Anlamayanlara tekrar tekrar anlatmak zorundayız. Şiddet artıyor. Toplum atomize ediliyor. Aile çökertiliyor. Evlilikler azaldı, boşanmalar arttı.
İstanbul Sözleşmesine “İslâmbul” Reddiyesi
Fuhuş yapmak ceza mevzuatında suç değil. Kadın ve LGBTİ bireylerinin cinsel özgürlüğü yasal teminat altına alındı. Karar merciinde bulunanlar duymuyor/görmüyorlar. Makamlar/mevkiler elden gidince mi, çamur deryasını göreceğiz?
Feminist önderler pervasızca açıklıyorlar: “Medeni Kanun’u, Ceza Kanunu’nu, 6284 sayılı yasanın çıkarılmasını sağlayan biziz! İstanbul Sözleşmesini imzalattıran biziz!” Birkaç aldatıcı sözle arka planın üstü örtülüyor. “Şiddete taraftar olan yok. Şiddeti önleyelim” dedikçe saldırıyorlar.
Her konuyu aynı torbaya koyup ‘şiddet var’ deyip bağırıyorlar. Kadına şiddet, feminist yasaların yürürlüğe girdiği tarihten itibaren % 500 oranında artmasına rağmen halen babayı/kocayı/erkeği suçlamaya devam ediyorlar(*). Aile düşmanı güruha karşı maalesef iktidarlarını/zenginliklerini kaybetme korkusunda olanlar da susuyor/destek veriyorlar.
Mor Çatı’nın kurucularından, feminist önderlerinden Av. Canan Arın Cumhuriyet Gazetesine verdiği röportajda “…Medeni Kanun ve Ceza Kanununu değiştirilmesini istemeye başladık ve sonunda değiştirttik.” açıklamasını yapmıştır.
Aynı şekilde feminist hareketin öncülerinden Av. Hülya Gülbahar, “Yasal mevzuatımız dünyaya örnek gösterilecek bir mevzuat. Her noktasında virgülünde, hatta her kelime arasındaki boşluklarda bile Türkiye kadın hareketinin emeği var.
İstanbul Sözleşmesinin adı boşu boşuna İstanbul Sözleşmesi değil… tarihe geçecek bir sözleşme hediye ettik dünya tarihine… 6284 sayılı yasanın örneği yok dünyada kelime kelime biz yazdık. Sayın Fatma Şahin önderliğinde biz yazdık” açıklamasında bulunmuştur” diye yazdı köşesinde.
2014 yılında “Kadın Cinayetlerinde Kanun Parmağı” başlıklı bir yazı ile naçizane biz de tehlikenin büyüklüğüne dikkat çekmeye çalışmıştık. ÖĞ-DER Genel Başkanı Hamdi SÜRÜCÜ ise; İstanbul Sözleşmesi’nin ve ona bağlı olarak geliştirilen 6284 sayılı kanunun kadın cinayetlerinde artışa neden oluşturduğuna, “İstanbul sözleşmesi ve 6284 sayılı kanunun yürürlüğe girmesinden sonra benzer olumsuzluklar da artış olmuştur.
Her kadın cinayetinden sonra sonuç üzerinden tartışmalarla zaman harcamak yerine bu zalimliklere karşı tepkilerimizi ortaya koyarken yetkilileri bu olumsuzluklara neden olan şartların ortadan kaldırılması için çalışma yapmaya davet ediyoruz” şeklinde açıklamalarda bulunmuştu.
“Türkiye’de muhafazakâr kadını anlatan bir makalede annelik için “kendini kurban eden kadın” ifadesi kullanılıyor. Annelik, bu bilinçte artık bir kurbanlık haline geliyor. Nedir bu bilinç? Batı’dan gelen feminist bilinç. Bu bilinçte kadın toplumsal geleneklerden yalıtık, özgür, bireysel, “istediğine karar veren” bir varlık. Elbette bütün bu özellikler İslam kültürünün varlığına karşı ileri sürülür.
Çünkü hiçbir zaman kadın işe karşı, kapitalist kültüre karşı ve modernitenin değerlerine karşı bireysel ve özgür olmaya çağrılmaz. Tam tersine İslam kültürünün annelik, hatunluk, ablalık gibi aile bağlamı reddedilir. Bunlardan çıkış bir kurtuluş ve özgürlük olarak pazarlanır. Bu görüşe göre anne olmak kendini kurban etmektir.
Bu feminist bilinçte anne bir düşüştür. Günahkârlık halidir, kölelik durumudur, evde mahkûm olmaktır. Bu nedenle kimse anne olmak istemez. Evlilik anne olmak için değildir artık. Evlilik, belli törenleri yaşamak içindir.
Romantik aşk, düğün ve balayı ritüellerinden geçmek tutkusudur. Ya da iki kişilik bir şirkete atılan ilk adımdır. Evlilik, şirkete atılan ilk adım, aile de şirket. Annelik ve babalık gözden düşmüş geçmiş zaman menkıbeleri. Mutluluk, orada aranmaz. Çünkü mutluluk paradır. Tatil parası, lüks evde oturma parası, lüks araba alma parası… Mutluluk, kapitalizmin herkesi kendisine köpek yaptığı maddedir…
Annelerimize atılan büyük iftira: Anne feminist bilinçte eve kapatılan, sosyal dünyadan tecrit edilen ve kafes pencerelerde kilitli tutulan varlık. Annelerimiz bu iftiralarla gözümüzden düşürülmeye çalışılıyor. Hiçbir Anadolu annesi böyle değil. Bunlar Kemalizm’in beyaz yalanları. Şimdi bu yalanlara feministler ve de feministlere kuyruk kimi muhafazakârlar da kulak kabartıyor.
Dün Kemalist feminizm Anadolu kadınını İslam’dan koparmakla onu kurtarmaya çalışıyordu, bugün de muhafazakârlığın içine kaçmış feminist bilinç aynı şeyin peşinde. Anneliği hor gören, anne kültürümüzü aşağılayan bir “cinsiyet taklitçiliği” şeklindeki keskin ve sosyolojik görüşleriyle konuyu açıklayan yazarlardan biri de Ergün Yıldırım idi.
Prof. Dr Faruk BEŞER de “… küresel siyaset ve küresel sermayenin birer aracı olan Feminizmin, modernizmin bu cepheden amansız bir saldırısıyla karşı karşıyayız. Müslümanların neredeyse konu ile ilgili temel değerlerimizi bile savunma güçleri kalmadı. Kurumlarımız dahi teker teker teslim bayrağını çekiyor. O halde biz ne yapmalıyız, sorusunun cevabını bulmalıyız.
Bakın, konuyu izlemekle görevli GREVİO’nun İstanbul Sözleşmesi’nin uygulanmasına dair Türkiye Raporu’nda ne diyor: “Türkiye’de kadına yönelik şiddet ile mücadeleyi zayıflatan unsurlardan biri, kadınlara yüklenen annelik ve bakıcılık gibi geleneksel rollere öncelik verilmesidir”. Anneliğin yanına bakıcılığı da koyarak annelik aleyhine bir algı oluşturuyor” görüşlerine yer vermişti.
Müslüman camianın etkili yazarlarından Yusuf KAPLAN da tehlikeyi zaman zaman köşesine taşıyanlardan. Kaplan; “Toplumu, aileyi ve insan türünü yerle bir eden, insan türünün geleceğini bile tehlikeye sokan sefih seküler-hedonist-insanaltı insan tipinin bu ülkeye dayatılması, bu ülkede toplumun çözülmesi ve ailenin çökmesiyle sonuçlanacaktır.
Dünyada en sağlam, en güçlü aile ve toplum yapısına sahip bir ülkeyi çökertmenin, genç nesillerini körleştirmenin, hedonist, nihilist, ruhsuz insanaltı varlıklara dönüştürerek köleleştirmenin, içerden teslim almanın en sinsi yolu bu!
O yüzden Türkiye, İstanbul Sözleşmesi’nden derhal çıkmalı ve “cinsiyet eşitliği” gibi sinsi projeleri vakit geç olmadan kaldırmalıdır!” sözleriyle İstanbul Sözleşmesinin derhal kaldırılmasını istemişti.
D E V A M E D E C E K… Es-selam.