Berat Demirci’nin “İslamcı-2” isimli köşe yazısı;
“İslamcı-2”
Şüyu; günümüzde ustalıklı ve kasta mahsus bir imalat olduğu için, vukudan bin beterdir. Kitlenin kitle olarak kalması, pazarın can suyudur. Şüyu bulan herhangi bir şeyin vuku bulana yamanması, “neye mahsus?” üretildiğini anlamamızı engeller; planlananı örtmeye yarar. Medeniyetler Çatışması, Siyasal İslamın İflası çerçevesinde geliştirilen tezler; soğuk harp sonrasının vazgeçilmez çapraz savaş stratejisidir. Sadece “Hangi Medeniyetler Savaşı?” diye sorulduğunda bile tezin başka hesaplar güttüğü anlaşılır. Operasyonel amaçlarla üretilmiş bu tür tezler; bütün insanlığı “kapitalist yaşamın ilmihali” altında toplanmaya zorlarken; iman ile ilgili alanın da sosyo-psikolojik malzeme olarak kullanılmasına yaramıştır. Bir İslam medeniyeti olmadığı gibi, bir Hristiyan ve Yahudi medeniyeti de gerçekte yoktur; modern teknik uygarlık hepsinin üzerini çelik ağla örtmüştür.
Dış mihrak ve odaklarca İslamcı olarak tanımlanan örgütlerin, insanların gerçekte nasıl Müslümanlar olduğunu belirleyen pratikler de belli değildir. Tanımlamalar, siyasi ve ideolojik temayüller üzerine inşa edilmiştir; gerçekliği yansıtmaktan çok, örtmeye yarayışlıdır. Davranışlar; girişimci yahut bürokratın içini dışına çıkarır ve işin tuhafı, büyük bir hayal kırıklığıyla karşılaşılmış gibi yapılır. İktidarla, parayla sınanmamış insanların İslamcılığı vs. hem çeşit çeşit hem de birbiriyle çelişen sonuçlar verir. Ama iktidara eklemlendiklerinde birbirine benzer şekilde eyler ve eyleşirler. Medeniyetler Savaşı gibi tezler ve zaman zaman sızdırma yoluyla kitlelere ulaştırılan farklı mahiyetteki projeler, insanları inandırmakla eklemlenme hızını artırır. Ne olarak ve ne kadar varsa İslamcılığı kapitalizmin hesaplarına uygun siyasetlere ve siyasetçilere kanalize etmenin imkân dahilinde olan ve en uygun yolu budur. Çünkü siyaset “gerekçeli üretilmiş” gözüktüğü için kitleleri tatmin etmektedir. Gerçekte ekranlardan her gün ekonomi anlatan icazetli uzmanlar, uluslararası düzeyde kurumlaşmış olanın dışında bir şey dememektedir.
İslamcı olarak adlandırılmaya layık ve dünya işlerinde de kıbleye yönelir gibi istikamet tutan bir üst ve üstün kategori yoktur. Böyle bir kategorinin olmayışı, savunanı ile eleştireninin “duruma göre” değişebildiği karartılar kumkuması oluşturmuştur. Birbiriyle kıran kırana yarışan; uğruna yarıştığı maddi şeylerin de dava için olduğuna inanan yığınlarca karartı vardır. Her durumda, modern iktidarlarla uyum sağlayarak yahut paylaşarak yürüyen dindarlıkların gelecekte nasıl bir konumda olacağını tahmin hakkına bile sahip değiliz. Çünkü, çarka çomak sokulması ihtimali, uyumluların kudretine zarar verecektir. Bu denli küçük bir perspektifin kazandıracağı manevi bir şey olamaz; maddi olarak kazandıracağı da çerçi muhasebesidir.
Son zamanlarda “Sen kimsin ki?” sözü ve tavrı, bencillik ve kibirle bütünleşerek zirve yapmıştır. Bunlar, eskiden asillerin, sonra burjuva ahlakının semptomları idi; şimdi ise tüketici orta sınıfların göstergesidir. Karizmatik lider, seçimleri ardı ardına kazanmakta; aşağılarda ise iktidardan nemalanan ve palazlanan bürokratik oligarşi liderin gölgesinde poz kesmektedir. Sırf bunlara bakıp yalnızca İslamcılık eleştirisine takılmak yetmez; genel beşerî malzeme üzerine düşünmek daha doğru olabilir. Makam, mevki, para gibi “verilmiş olan” ödüllere sahip olanların eriştiği zorunlu mertebe(!) bu olsa gerek. Tek parti dönemindeki atanmış ve seçilmiş bürokratların davranışıyla, bugünküler arasında milimetrik bir fark bile yoktur. Bunları birbirine benzeten alanın bulandırılması, siyasetin oturtulduğu tarihî tortularla ilgilidir. Yeni nesiller bu tortuları bir şekilde yüklenmekten imtina ederlerse: Ortaya çok daha net ve asil(!) çizgileriyle “piyasa toplumu”na uyumluluk çıkabilir.
“İslamcı nedir?” sorusuna dair ansiklopedik cevaplar veren ve tamamı akademik temayül içinde eritilmiş hayli yazılı malzeme var ama “İslamcı kimdir?”in cevabı oralarda hiç yoktur. Yabancılaşmadan İslamcılık hakkında tez üretmenin mümkün olmadığı fikrindeyim; olsa olsa üretenler yabancılaştığının farkında değildir. Öfke enerjisine bağlı patlamalar, örnek şahsiyet imalatına bağlanmış tarihsizlik, bu tür inşalarla giderilmez. Batılılara benzer bir şekilde yaşadığımız çağdan şikâyet ve abartılı nostalji edebiyatı ise; satıhtaki kalabalığın kurnaz ve kanruk yüzünü oluşturur. Derinlik giderek kaybolmakta; yerini gösteriş ve kudrete dayalı bir sahtelik almaktadır.
Kendi adıma söyleyeyim: “İslamcı” diye bilinen birilerine gönülden bağlanmaktan, yalanlarına da gönül koymaktan vazgeçeli çok zaman oldu. Siyaset ve siyasetçi ile mesafeli, üç paralık makam için otuz, beş paralık unvan için elli takla atmayan, öz sermaye ve emeğiyle geçinenlere hürmet duyuyorum. Bu insanlar hakkında kategorik tanımlama abestir; çünkü sosyoloji, söylem şiddetiyle malul ve yanıltıcı bir alandır. Günlük hayatın içinde imalat dışı güzel adamlar kesinlikle var ama onlar da kendileri hakkında yapılan tanımlardan tamamen bağımsızdırlar. Bunların varlığı umudu dipdiri tutmaya yetiyor. İnsanların kalbi gibi, zamanın kalbi de nihayetinde Allah’ın elindedir. Ders, ilim, bilim vs. dediğin de bir yere kadar, sofu! Ha sofu, ha sosyolog; fark etmez.