Osman Çelik’in “Sultan Şehrin Mekanları” isimli köşe yazısı;
“Sultan Şehrin Mekanları”
Kemale ermiş Sivas zamanıdır mekânların dili. Şehre öz yükleyen bir andır, nakışların dili. Elden ele dolaşan maniler, yıkanan gönüllerden uzanan bir şiir gibi, vaktini kovalar Şehirlerin Sultanında.
Buruciye´de mısra mısra şiirlenen taşlarda, söz vaktinde açılır. Söz vaktini beklemişçesine Sivas´ta, o nakış korosuna eşlik eder. O nakış korosunda, gönlün vakti geldiğinde, usulca seyri suluk eder taşların bağrına. Oda oda sıralanan anlar, bir ustanın çekiç seslerinde yayılır şehrin öz benliğine. Gülden, nergisten, yoncadan, laleden süzülen mısra seyrangahı, bir bir yayılır âlemin kalbine. Buruciye, söyleşe durur kırlangıçların kanat şakımalarıyla. Akşamın alacasına karışan ezan sesleri, daha bir asudeleştirir Sivas´ı… Ve zaman Sivas´ta, günlerin koynuna usul usul iniverir.
**
Çifte Minareli Medrese, bin bir zamanı anlatır seyri âlem zamanlarında. Gergef gergef taş nakışlarından süzülür tarihin allı pullu girizgâhı.
Gönül kalemiyle oyulan nakışlar anı, onlara söylenecek sözlerle iner seyredenin gözlerine. Söz vaktidir o zamanda ve söz vaktinde açılır. Söze anlam yükleyen, gülden araklanan zamanlarla yekvücut olarak söz vaktinde açılır, nakış şiirleriyle. Upuzun iki minarenin, şehrin kalbine inen kırlangıçlarla söyleşircesine, bir anı sonsuza değin uzatmanın hayaliyle, gürül gürül okunan duaları anlatırcasına uzanır; bir hayat suyu gibi Sivas´ın gönlüne. Ustaların çekiç sesleri duyulur sanki her bir nakıştan. Her bir nakış, bir Sivas aşkını yayar anlayanların ve dahi anlatanların yürek okyanusuna.
**
Taşın bir nakış gibi arzı endam ettiği Taşhan´da, asırlık çınarlar gibi sağlam sütunlar, çok şey anlatırcasına oturur şehrin kalbinde.
Sıra sıra dizilen serviler gibi sıralanmış odalar, bir zaman şiirini dillendirirlermiş gibi söylerler şehrin geçmiş zaman anılarını. Bir taş şiiri dile gelir sanki çekiç seslerinde…
Kalabalıklardan kaçanların, yüreği daralanların, suskunluğu bir şiir gibi heybelerinde taşıyanların sığınağıdır Taşhan.
Fokur fokur kaynayan nargileler, eksik olan zamanın musikisini tamamlarlar hünerlice. Anlar, tömbekinin adam gibi adamlıklarına sığınır her fokurtuda. Dalgın gözlerde, dumanlar çekilir yüreğe, yanar sineler derin iç geçirişlerle.
Gök kubbeye karışan çayın ince buğusuna, adı sanı bilinmeyen taş ustalarının, gönül kalemiyle oydukları, duvarlarda ki desenler eşlik ederler.
İnsanların taşlaşmış yüreklerine söz geçiremeyenler, bir hamur gibi, şekilden şekil vermişler, Taşhan´ın dört bir yanını. Usta eller, bazen de sitem gibi yana yakıla gözyaşıyla öğütürler zaman değirmenini. Her birine dikkatlice bakıldığında, hepsinin hikâyesi okunur gergef gergef nakışlarda. Bazısı yâre sitem, bazısı da cana sitem:
“Taş taş değil, bağrındır taş senin
Nereni nasıl yaksın, söyle bu ateş senin
Bi katılıktır, dinamit söker mi yürekleri
Başın bi kez bu kalbe çarpmasın eyy taş senin”
**
Gök Medrese de dinlenen güvercinler, bir kanaat şiirini anımsatarak yarınlara, silik bir fotoğraf karesi kadar işlemeden hayatı, bir kanat şakırtısında uzanırlar enginlere.
Söz vaktidir anların. Kıyı kıyı işlenen nakışlarda gizli sırların, ustasız günlerinden araklanan tenha canlar gibi, Gök Medrese´nin gök sükûtu gibi iner usulca şehrin kalbine. Bir Hayat Ağacı bakışı kadar içe dönüktür Gök Medrese. İçinden onarılan bilgeler misali, onarır şehrin bir bir ocaklarını. Zaferler görmüş yaşlı bir çınar gibi, Kızılırmak´da akıncı atlarının su içmelerine dalar dimdik minareleri…
**
Şifahiye Medresesi kadar uzanan yıllar hükmüne, bir Şehzade Ertuğrul dinginliğidir söylenemeyen.
Koca Yıldırım´a ulaklarla ulaşan söz, her daim vaktini kovalar ve söz kavilleşmişçesine zamanla, vaktinde açılır. Yıldırım Han´ın gözünün bebeğidir Sivas´ın kollarında yatan. Yıldırım Han´ın sevdiceğidir Sivas. Dayanamaz, Sivas ve Ertuğrul´un yanıp yıkılmasına. Dünyadan bi- haber kaval çalan çobana seslenir Sivas yollarında:
“Çal çoban çal. Gam senin neyine? Sivas gibi kale Ertuğrul gibi oğul mu kaybettin?Senden mesud kim var?..”
Kemer kemer dairelerde, geçmişin sır küpü kemerler, bir anın sonsuz hercü mercünü daha haykıramadan, kırlangıçların şakımalarına dalar. Söz her daim, vakti zamanı geldiğinde iner dudaklardan. Söz vaktinde açılır. Ebrudan, hattan, nakıştan arta kalan umutlar, her şeyi ama her şeyi söylememişçesine âdemoğluna, vaktini kovalar ve söz vaktinde açılır. Şifahiye de, şifaya namzet anlar kadar bir andır vaktini arayan. Bir andır vaktinde dudaklardan inen…Bir andır Yıldırım Han´ın emanetine sadakat eden…
**
Kalenin engin rüzgârında, kalenin engin cephesinde, efil efil dalgalanan çamların, dalları arasına ürkek ürkek sığınan “derviş kuşu kumrular”, bir biri ile haberleşmişçesine vakti Sivas´a bağlarlar.
Söz Kalede açılır zamanla. Mırıl mırıl mırıldamalarında, kabaran gagalarını ürkek ürkek sağa sola döndürmelerini daha beklemeden, tıkır tıkır ilerleyen adımlara aldırmadan, buğulu seslerini göğe salarlar. Sözü bilenmez bir âlemin içinden çekip getirir ve sererler insanın gözü önüne. Sözü vakitle bağlamadan, sözü vakitle anlamlandırmadan, sözü, âlemin en anlamlı anına bağlarlar. Çisil çisil inen gök şiirinden çözerek sırları, ne menem bir sükûtun, anlamını sormadan, kalede sözü vaktine bağlarlar. Söz Kalede vaktinde açılır…
**
Yukarıdan inen sararmış yapraklar kadar, geçicidir her şey. Her şey sararmış yapraklar kadar uzaktır insana. Her şey sararmış yapraklar kadar yakındır insana. Her şey zamana uzak kadar uzaktır hayale. Her şey Yukarı Tekke´den inmişçesine kadardır. Her şey Abdülvehhabı Gazi´nin huzurunda, gönlü açmışçasına kadar vakitlidir. Orada tam orada, oranın tam önünde söz vaktinde açılır. Söz edeplice, kemale erer Yukarı Tekkede. Orada söz vakitle kavilleşmişçesine vaktini kovalar. Söz vaktinde en nazenin bir sır gibi orada açılır. Gönlün girdap saraylarından süzülen en nazlı sözler orada dile gelir. Orada söz anlamla anlamlanır. Yılların biriken gönül darlığı, orada vaktini çağırır. Söz orada vakti ile hemhaldır. Söz orada vaktini çağırır. Söz orada vaktinde açılır.
**
**
Bir güneş zamanı kadar uludur Ulu Cami avlusu. Kenar kenar oturaklarda süzülür sohbetin demi. Sohbetin koyu seyrangahında, Ulu camide başlar her şey. Sözü gönle yükleyen, geçmiş zaman insanları, gönlün galebe çalan hislerine hiç yabana atmadan sözü vaktine bağlarlar. Söz vakti ile hemhaldır nakış nakış kemerlerde. Sıra sıra sütunlarda anlatılan kıssalı anlar, bir anı sonsuza kadar uzatabilenin imkânsız kurgusu kadar vakte namzettir. Söz vaktinde açılır. Söz her daim vakti kemaline uzanır usulcana… Bahçede sıra sıra yatan geçmiş zaman bilgeleri, Ulu caminin en yakın yarenleridir. Ondan aldıkları ışığı, onlarla demleyen bir Sivas zamanıdır. Her şey Ulu Cami gibi tavizsiz bir duruştur şehir insanına.
**
Bu şehrin ardına bakmayan narin adımlarında, aşk dönüp dolaşıp, Kara Şems´in ayağına serilir bir yudum su gibi.
Meydan cami yanından geçen adımlar, bin bir adımı daha bekletmeden uzanırlar Kara Şems´in huzuruna. Kara Şems´e söylenecek sözler taşırlar heybelerinde. Yüzyıllardır sakladıklarını sunarlar ona. Onun yanında söz vaktine kavuşmuşçasına seyreder bir zaman. Söz vaktinde açılır hemen. Ona söz söylemeden, gönülden inen sözler, seyri suluk eder bir anda. Söz vaktinde açılır. Şemseddin-i Sivasi´dir şehre anlam yükleyen. Şemseddin-i Sivasi´dir sözlerde anlamı anlamlandıran. Gönlün bam telinden ürünü ürünü inen kelimeler, sözü vaktine bağlarlar. Söz, söz sultanının yanında, daha bir vaktine ram olur.
**
Bir yarım yol hazırlığı gibi, Sivas zamanı, unutulmaz bir mekânda soluklatır adımları. Yarı yana yatar gibi, uğurladığı efendisine yandığından mıdır bilinmez, değişik bir hüznü çağrıştırır Çorapçı Hanı. Kazan kazan kaynayan çorbaların, eğri büğrü dumanını özleyen koca avlu, yavrusunu yitirmiş bir şahin gibi, boynu bükük bir halde saklar kendini kalabalıklardan. Bir Şah geçti mi buradan diye, bir mekânın öksüzlüğüne yanar yakılır. Nice gönlü kırığın, gönlünün tamir edildiğini hiç unutmadan, duvarlara sinen nağmelere takılır asırlık sevdalar:
“Semâverin rengi aldan
Getir sağdan, götür soldan
Derviş çıkmaz böyle yoldan
Yan semâver, dön semâver
Limon, şeker, çay semaver
*
Semaveri alıştırın
Maşa ile tutuşturun
Küsenleri kavuşturun
Yan semâver, dön semâver
Lezzet senin hay semâver”
**
Bahar sultanının elinden yol alıp, coşan Kızılırmak kadar yücedir sözün zamanı. Sözün zamanı, su kadar berraktır bir zaman. Su kadar azizdir bir zaman. Onla gönderilen “yazısız pulsuz mektuplar” kadar özgedir. Özgedir sözün suyla başlayan seyri. Özgedir sözün Kızılırmak kadar coşkunu. Söz vaktidir ırmağın canhıraş akışında. Söz vaktidir, bozkırın bulgur bulgur alın teri akan, ırmak kıyılarında. Anı zamanı geldiğinde bir söz bir damladan araklanarak vaktine ulaşır. Söz vaktinde açılır. Sözün öz değerindeki seyri anı kadar özledir söz. Geçmiş zaman türküleri kadar tanıdıktır vaktinde açılan sözler. Geçmiş zaman şairleri kadar hünerlidir vaktinde açılan sözler. Sözün vaktini kovalayanı evladır. Sözün vaktinde açılanına sevdalıdır insan.
Bu şehrin mekânlarında, dile gelen yitik sevdalar kadar özgedir her şey. Her şey allı pullu bir name kadar özeldir Sivas´ta.
Sivas´tır candır, Sultanlar Şehridir…