Berat Demirci’nin “Rektör Nasıl Biri Olsun” isimli köşe yazısı;
“Rektör Nasıl Biri Olsun”
Rektörlük gibi makamlar için isim belirlemek gazetelerin işi değil. Şehirle, aracı kişi ve kurumlar kullanmadan ilgileniyorlarsa bu tür işler üst düzey yöneticiler ve politikacılara düşer. Ortada şehir için isabetli bir seçim olacaksa mahut kişilerin istişare ve değerlendirmeleri birinci derecede önemlidir. Bu tür işlerin bir ucu açık ve teenniyle gerçekleştirilmesi gerekir. Siyaset belirleme işine katkı sunabilecek sivil şahsiyet ve kuruluşlara sahip olabilmek, sağlam ve kişilikli bir şehre işaret eder. Elbette seçecek olan kişilerin yahut mercilerin de şehrin yönetici ve politikacılarına rağbeti ve onlarla istişaresi şarttır. Bu iki önemli husus gerçekleşmiyorsa sonucu “kapalı kapılar” ve “çıkar savaşı” belirleyecektir.
Şehir olarak, en iyisini belirleme çabasında olan ve bu konuda işleyen bir “şehir siyaseti” geleneği maalesef oluşturabilmiş değiliz. Sonuç nispeten isabetli olsa bile her şey kapalı devre bir düzlemde gerçekleşmektedir. Yarışan gruplar ve kişiler, kendi çıkarlarını en üst düzeye taşımak arzusuyla STK veya benzeri odaklarla işbirliğine giderek, kendilerinde olmayan bir şiddette hayatımıza müdahale edebilmektedirler. Kamuya, efkar-ı umumiye tamamen kapalı kapılar ardında yapılan atamaların, hiçbir şehre fayda getirdiğine şahit olmadık. Ama atanan yahut seçilen kişinin bir tür dokunulmazlık sağlayan ilişkiler ağıyla kuşatıldığını da sürekli yaşadık. Yöneticilerin yaptığı şey, şehri yahut ilgili olduğu alanı en üst düzeye taşımak olmalı. Makamın sağladığı çıkarların bir parçası yahut sorumlusu olmak, üst düzey yöneticilerimize yakışmayan ve yakışık almayan durumdur… Her konu o zaman benim adamım, senin adamın biçiminde bir tagallüp yarışına dönüşür ki, bir şehrin böyle yönetilmesi kiseya fayda getirmez. Aslında kimsenin kârına olmayan bu durum; basit çıkarlar peşinde koşan bir avuç “aceze”nin ittifak oluşturarak, hiçbir arayışa, fikre, güzelliğe imkan vermemesiyle sonuçlanır.
Siyasetçilerimizin, üst düzey yöneticilerimizin şehirle ilgili konularla ilgilendiklerine kuşku yok ama daha kapsayıcı olmaları gerekebilir. Yöneticinin, özellikle de mevcut uygulamaları eleştiren kişileri “can kulağı”yla dinlediği bir şehir vasatına sahip olmak, ideal bir arayış değil; mümkün olan bir durumdur. Sivil toplum nispeten kuvvetli olduğu için, “aceze ittifakı” türü oluşumlar metropollerde imkan bulamaz. Ama nicelikten, yani nüfustan dolayı değil de muaşeret ve sokağa taşan zarafetiyle de büyük ve örnek şehir olunabilir. İnsandan fikri çekip aldığınızda et ve kemik; şehirden çekip aldığınızda da alışveriş ve çıkara dayalı kupkuru bir kent kalır. Önemli kadrolara yapılan atamalar da dahil, şehirle ilgili önemli kararlar daima ilin siyasetçi ve yöneticilerinden bilinir. Araya başka güçlerin, odakların vs. girmesi de durumu değiştirmez; halk indinde sorumlu gözüken daima onlardır. Sorumluluklarına denk ölçüde kılı kırk yarmalı ve hesabını da verebilmelidirler.
“Ne yapılması gerektiğine dair” dilimiz döndüğünce sözler söyledik; akıl vermek kolay, yapması zordur. Bu da bir tür görev dağılımıdır, fikrimizi elbette söyleyeceğiz. İnsandan aklını, fikrini alırsan geriye et kemik kalır. Bir şehirden de kültürü ve istişareye dayalı muaşereti alırsan, geriye cesetten farksız bir kent kalır. “Kim olmalı?” sorusuna verecek cevabım olabilir ama fiiliyatta hiçbir şey ifade etmez; üstelik seçim de artık kalktı. Birilerinin işitmesi temennisiyle, “Nasıl biri olmalı?” sorusuna verecek cevaplarımız olabilir. Bu cevaplar kuruluşundan bugüne üniversite yönetimleri konusunda tecrübelerime ve yöneticilikle ilgili herkesin bildiği bir takım ahlakî ilkelere dayanmaktadır:
1. Cumhuriyet Üniversitesinde elan görev yapanlardan olması ve Sivaslı olması en temel şart olmalıdır. Şehirde mukim ve şehir kültürüne vakıf, hatır gönül bilen bir olması tercihe şayandır. Dışarıdan ve üniversitelilerin ve halkın hiç tanımadığı bir kişi, olağanüstü koşullarda şahit olduğumuz türden bir atama olacaktır. Bu makamlar birlerinin makam hırsını tatmin, mali durumunu düzelteme aracı; bir tür ulufe makamı olmamalıdır Şehirle en ufak bir ilgisi olmayan birinin, çantasını alıp şehre gelip, rektörlük koltuğuna oturması bile ihtimaldir. Görevi bitince de çantasını alır gider.
2. Ülkemizde yaşanan 28 Şubat gibi bazı tatsızlıklar, birilerini fena haldeezmiştir. Ama buradan iki tür insan çıkmıştır: Ezik ve merhametli. Ezikler, bir makama gelince ne oldum delisine kesilir. Başkalarında olunca muhalif kesildiği imkanlar kendine geçince acımasız bir narsisiste dönüşür. Dünyalık olarak tatmak istediği her şeye, makamın sağladığı avantajlarla sahip olmayı hak görür. Tatmin edilmesi son derece zordur, değil üniversite bütün şehrin imkanlarını ayaklarına sersek bu “ezik narsisist”leri tatmin etmek mümkün değildir. Kifayetsizliğini kibirle; kibrini başkalarına baskı uygulayarak tatmin eder. Dilerse erbab-ı ihtisastan narsisist kişilik hakkında bilgi alarak, sözlerimi ilmin ışığında değerlendirebilir.
Ezilmişliğinden, kendisi ezilmemişse bile yaşananlardan ders alarak merhamet ve adalet yolunu tutanlar ise makbul insanlardır. Herkese eşit mesafede olmak insanın özü gereği mümkün değildir. Ama adaletli ve merhametli olmak mümkün olmanın ötesinde insanlık görevidir. Elbette bu tür insanların makama atanması gerekir ve liyakatin gereği de budur.
3. Dünya nimetlerinin (ev, araba, konut vs.) yetersizliği, bir adamı zorunlu olarak hırslı yapmaz ama genelde bunun tersini müşahede ettik. Sırf, kendi arzularına ulaşma için makamı vasıta kılanlar yerine; tok ve gücü kontrol edebilme terbiyesine sahip bir yöneticinin olması her kurum için en idealidir.
4. Çevresini, akrabasını, söz verdiği zümreleri, sivil toplum kamuflajlı çıkarcıları memnun etmek için göreve talip olanların, önü derhal kesilmelidir. Halkın en önemli şikayet konusu ve ciddi rahatsızlık veren bu durumdur. Özelde bir bilim kurumuna asla yakışmamaktadır. Başkanlık sistemi münasebetiyle bu atamaların siyasi bir karşılığı olacağını da siyasilerimiz değerlendirmek zorundadır.
5. Denenmişin tekrar tekrar denenmesi tatsızlık verebilir, çünkü yerlerine ful-aksesuar iyice çöreklenmişlerdir. Yeniliğe daima ihtiyaç vardır, özellikle de yorucu yıpratıcı makamlarda… Ama gördüğüm kadarıyla nöbeti mutmain olarak başkasına devreden da pek çıkmamaktadır. Nispeten uzun yıllar hizmet verebilecek yaşta bir rektörümüzün olması yerinde olur.
Sorumluluk duygum sözü çoğaltmaya manidir. Dinleyen olursa söyleriz, olmazsa da kendimi bir sorumluluğu yerine getirmiş hissedeceğim. Hakk’tan başkasına hiçbir şey borçlu değilim; hak ettiğimin dışında kazanacağım her şeyi haram bilirim. Bu seferki rektörlük ataması, pek çok şeyi peşinden sürükleyecek; kırılmalar yaşatacak mahiyettedir. Umarım sonu hayır olur. Bazı adayların, kendisini tanıtmaktan çok başka adayları yıpratmaya çalışmaları, yalan haber üretmeleri ise ibret vericidir. Birilerinin bunu da ayrıca not etmesini dilerim. “Bizden değil!” numarası malum numara ve en esaslı bölücülük. Tornadan geçmiş insanı FETÖ üretmeye çalışıyordu, “Bizdencilik” oyununun en büyük bölücülük olduğunu kerrat ile yaşadık.