Güzel ülkemin başına gelenler pişmiş tavuğun başına gelmemiştir. Ne kadar zor zamanlardan geçtiğimizi anlamamak için beyni komple aldırmış olmak lazım. Gerçi önemli olan beyin olması değil onu kullanmayı becerebilmek. Ve maalesef görüyorum ki beyni olan ama bunu kullanmayı unutan o kadar çok beşer var ki… Hala bu ülkenin yaşadıklarını “başkanlık sistemi”ne bağlayıp müthiş bir zeka(!) örneği gösteriyorlar. Ve demokrasi havarisi kesilen ülkelerden medet umarak o ülkelerin bize demokrasi getirmesini bekliyorlar. Unutuyorlar ve görmüyorlar Afgaistan’a , Irak’a, Suriye’ye ve daha birçok yere demokrasi(!) götürenlerin o milletlerden neler götürdüklerini…Unutuyorlar, görmüyorlar ve umursamıyorlar. Saplantılı bir şekilde tek bir yöne odaklanmışlar ve bunun için kan dökmekten çekinmeyeceklerini söyleyerek tam bir vatanseverlik(!) örneği gösteriyorlar. Neyse bu konuyu ertelemek gerekiyor çünkü başka konulara ilişerek ilk yazımızı sizinle paylaşalım. Hoşgeldiniz ve hoş geldim…
Sosyal medyada kendine yer bulanların en çok kullandığı cümle “ çok kötü bir yıldın 2016 git bir daha da gelme” idi. 2017’nin daha ilk dakikalarında İstanbul’da meydana gelen terör saldırısı, heyecanı ve umudu birden tedirginliğe bıraktı. Daha doğrusu saldırıların amacına ulaşılması psikolojik olarak kısmen sağlandı. Çünkü 15 Temmuz sonrası hücum emri alan terör örgütleri peşpeşe canlı bombalarla tek ses olan ülkeyi yeniden çatlak sesler korusu haline getirmeyi amaçladı. Mevcut iktidardan memnun olmayan ve gitmesi için gerek askerden gerekse Nato’dan medet umanlar hemen sahte hesaplar açıp başladılar veryansına. Yani her olay sonrası ellerini ovuşturarak sosyal medyada insanları kışkırtan bu kitle gösterdi ki vatan onların umurlarında değil. Her türlü organizasyonu yapıp toplumu germek ve mevcut iktidardan kurtulmak için her yolu mübah görenlerin feyzini ve cesaretini Fetöden aldıkları aşikar. Fetö olayını bir de benim penceremden izleteceğim size şimdi değil. Dönelim yeniden saldırı sonrası olanlara. Çünkü saldırının nasıl yapıldığı, neler olduğu herşey zaten medyada gece gündüz veriliyor. Saldırı sonrası bütünlük gösterisi yapan ama cümle kurarken dahi saldırılardan memnun olanlar yazılı kara tahtamda.
Gerek haber kanallarında gerekse gazetelerdeki haberleri, köşe yazılarını okudum ve gördüm ki bazı kalemkörler ( ki bu kelimenin patenti bende ) “yaşam hakkımız elden gidiyor, Afganistan, Pakistan, Irak gibi olduk “ diyerek her fırsatı değerlendirmeye, toplumun bir kısmını gaza getirmeye çalışıyorlar. Patlamanın hemen sonrasında Okmeydanı’ndaki bazı mekanları gezen provokatörler “ ey halkım direnme hakkınızı kullanın” diyerek insanları sokağa davet etmediler mi? Daha evvel minderin dışında, Gezi süreci itibariyle de minderin içinde yaşanan bu savaşın sebebini hala anlayamayan bir kitlenin olması toplu bir akıl tutulmasının yansıması değil mi? Sosyal medyada insanların gözünün içine baka,baka “necasetinle oyna Türkiye” diye sansürleyeceğimiz bir cümleye başlayıp sonrasında insanları tahrik eden Barbaros Şansal bu örneklerden biri değil mi? Bu insanda (!) akıl, vicdan ve vatan sevgisinden ne kadar bahsedilebilir? İnsanlar istediği şekilde yaşar, özgürce düşüncelerini söyler ama hepsinin bir sınırı var!
Şansal gözaltına alındı ben yazıyı kaleme aldığımda ama tutuklanır mı bilmiyorum. Gerçi havaalanında ona saldırılmasını da çok doğru bulmuyorum. Ona cezayı hukuk çerçevesinde vermek lazım ki bu hukukçuların işi. Ve unutulmasın futbolda bir kural vardır; Topa elle vurulmaz…
Reina’ya yapılan saldırıyı kimse tasvip etmez. İşin garibi olayın faili Daeşken bizim aydınlar(!) tetikçi olarak Diyanet İşlerini gösterip Cuma Hutbesini delil gösteriyor. E insaf be kardeşim, e insaf be vicdansızlar, e insaf be Cuma hutbesinin tamamını ve cümleleri okuma özürlü olanlar. En ufak bir hedef gösterme yoktu ki o hutbede. Gidin hristiyanlara saldırın, eğlence mekanlarına saldırın diyen de yoktu. Tabi siz bilmezsiniz masum bir Müslüman’ı öldürmekle Müslüman olmayan birini yani bir Zımmiyi öldürmenin ALLAH katındaki farkını. İkiside günah ama zımmi öldürmenin ekstra günahları var. Neyse şimdi size fıkıh kitabı okutup rahatınızı bozdurmayayım.
Her olay sonrası istihbarat zaafiyetinden söz ediliyor. Bu ülkede istihbarat birimleri gecesini gündüzüne katıp çalışırken bazı olayların olması kaçınılmaz hale gelebiliyor. Çünkü bir eve hırsız giriyorsa herkes bilir ki o hırsız evin her yerini bilen ve eve rahatlıkla girip çıkan biridir. Yani bazı olaylar önlenemiyorsa bunda o evin içine rahatça giren ve destek alan hainlerin payının olmasındandır.
Ama şunu da söylemek gerekiyor sanırım. Türkiye Suriye’de ateşkes sağlanması için bütün adımları atıyor, bununla yetinmeyip Rusya’yla birlikte garantör ülke oluyor ve hemen akabine daeş bu saldırıyı gerçekleştiriyor. Yani masada ve bölgede ben en aktif oyuncuyum ve bunu kimse engelleyemez diye gerekli mesajı veriyor. Güçlü bir Türkiye kimsenin işine gelmez tabiî ki. O nedenle saldırılar ve içimizde ki hainlerin kışkırtmaları devam edecektir. Ancak altını çizmekte fayda var. Saldırıları ister daeş, ister pkk, ister fetö yapsın fark etmez hepsinin arkasında üç harflilerin olduğunu anlamak artık zor değil tabi beyin akılla bağlantısını kesmemişse vesselam…