Hüseyin Aktaş’ın “Akıl ve Vahiy Etkin Kullanılırsa Anlam ve Değer Üretmek Mümkündür” isimli köşe yazısı;
“Akıl ve Vahiy Etkin Kullanılırsa Anlam ve Değer Üretmek Mümkündür”
Ümmetin ve mültecilerin durumu içimizi acıtmaya devam ediyor. “Ne olacak bu ümmetin hali?” diyerek üzülüyor kahroluyoruz.
Biz müslümanlar sorumluluğumuzun bilincinde değiliz. Dini yalnız Allah(cc)’a has kılmamız gerekirken Allah(cc)’ı hayatımızdan devre dışı bıraktık. Böyle olunca anlam, ahlak ve anlayışta rafa kalkmış oldu. Geçmişte her bir kavim kendisine gelen kitabeyi, resulü ve elçiyi dinlememiş ve azaba duçar olmuşlarken bizlerde bundan gereken dersi çıkarmamışız.
Alemlere rahmet olarak gönderilen Hz. Muhammed(sav) ve ona gelen vahyin kitabı tüm insanlık için gelmiştir. Zira bu kitap içerisinde her çağa özgü vahyi mesajlar barındırırır.
Bu kitabın her çağa söyleyecek çok fazla sözü vardır. Yeter ki biz ona kulak kabartalım. Onu hayattan dışlamayalım. Onu terkedilmiş kılmayalım. Bu kitap tüm ihtilaflarımızı giderecek ve bize dosdoğru yolu gösterecek bir mihenk ve ölçü veren bir kitaptır.
Bugün tüm dünya da yaşanan terör ve katliamların da sebebi bellidir. Evrensel mesajlar içeren, bizi ebedi mutluluğa taşıyacak olan iksiri sunan kitapla bağımızın sıkı fıkı olmayışından kaynaklanmaktadır.
Bizler bu çağı aydınlatacak belki de Rabbimizin görevlendirdiği bir ümmmetin fertleriyiz.
(Bknz; Hacc Sur, 22/ 78) Yeryüzü belki de bizim elimizle hayat bulacak ve insanlık huzurla dolu olacaktır. Özümüzü vahyi, insani, islami, ahlaki, ilahi ve erdemli değerlerle donatabildiğimiz müddetçe bizdeki bu ruh ve heyecan tüm dünyaya ışık olarak yansıyacaktır. Yok eğer bizler Allah(cc)’a, resulüne ve Kur’an’a uymazsak başkalaştırıcı, ötekileştirici ve yabancılaştıran tavırlardan vazgeçmemiz mümkün olmayacaktır.
Resulümüz Hz. Muhammed(sav)’in hayatının hiç bir evresinde insanları renk, dil, bölge, meslek yada meşreplerinden dolayı ötekileştirme olmamıştır. Bize ne oluyorda Allah(cc)’ın, resulünün ve kitabının bize vermediği yetkiyi adeta onlardan rol çalarak mezhepcilik yaparak kardeşi kardeşe kırdırmanın müsebbibi oluruz.
Allah(cc)’ın kardeş saydığını kim kalleş kılabilir ki?
Allah(cc)’ın “Dur!” dediği yerde kim “Vur!” emri verebilir ki?
Halbuki Allah(cc)’ın gör dediği yerden görmek, bak dediği yerden bakmak, dur dediği yerde ise durmamız gerekmez mi?
Bu konuda Ankara Ünv. İlahiyat Fakültesi’inde İslâm Mezhepleri Tarihi Anabilim Dalı başkanlığını yürüten prof. Dr. Hasan ONAT’ın şu sözlerine kulak verelim;
“İslam dünyasında, mezhep çatışmasının önüne geçebilmek için, mezhep farklılıklarından dolayı hiç kimsenin tekfir edilemeyeceğinin, adı ne olursa olsun hiçbir bir mezhebin İslam’la özdeşleştirilemeyeceğinin; imanın ve sorumluluğun bireysel olduğunun ve cennete veya cehenneme toplu resevasyon yapılamayacağının bilinmesi ve İslam ortak paydası bilincinin geliştirilmesi gerekmektedir. Bir kimsenin Müslüman olması için Kur’an’da belirtilen temel iman esaslarına (Tevhid, Ahiret, Nübüvvet) inanması yeterlidir.
“Ben Müslümanım!” diyen bir kimseye, hiç kimsenin “Sen ne biçim Müslümansın?” diye soru sorma hakkı yoktur. İslam, hiçbir kimsenin, hiçbir mezhebin, cemaatin ya da tarikatın tekelinde değildir. Ayrıca, Cenab-ı Hakk’ın lutfettiği yaratıcı yetileri etkin kullanarak anlam ve değer üretemeyenlerin, İslam’ın hayatı ve barışı esas alan, adaleti kurucu ilke kabul eden bir din olduğunu kavramalarının çok zor olacağının, bu tip kimselerin ezilmişliğin de etkisiyle hem kendilerini, hem de diğer insanları bir “nesne” gibi göreceklerinin unutulmaması lazımdır. Evrensel Yaratma sürecine “salih amel”le katılamayanlar, ancak yakar, yıkar ve öldürürler.”