Ömer Emir Doğan’ın “Maarife, Maariften Bir “Bakan” Vaı” isimli köşe yazısı;
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminin ilk Millî Eğitim Bakanı olarak Prof. Dr. Ziya SELÇUK atandı. Kendisi daha önce Talim Terbiye Kurulu´na başkanlık yapmış, akademisyenlik birikimi de bulunan bir eğitimci. Böylece; yıllardır dillendirilen “öğretmen kökenli, eğitim kökenli maarif bakanı” isteğine bir anlamda karşılık verilmiş oldu. Çiçeği burnunda bakanımız; okulu, öğretmenler odasını bilen ve o günleri daima hatırlayan biri olarak sizleri en kalbi duygularla selamlıyorum diyerek hem mektubuna hem de memleketin en zor işlerinden biri olan görevine başladı.
Sayın Bakanımız mektubunda; “Sizler gibi meslek hayatıma ben de öğretmen olarak başladım. Daha sonra akademisyen ve yönetici olarak çeşitli üniversitelerde, kurumlarda görev yaptım. Kısacası ömrüm okullarda, eğitim ortamlarında geçti. İçinizden bazı öğretmen arkadaşlarımla birçok çalışmada aynı havayı teneffüs ettik, aynı mekânları paylaştık. Sizlerin neler hissettiğinin, neler düşündüğünün farkındayım. Şimdi, Millî Eğitim Bakanlığının koridorlarında benim şahsımda temsil edildiğinizi; aklımda, düşüncemde, gönlümde, duygularımda hissiyatınızın taşındığını bilmenizi isterim.
Samimiyetle ifade etmek isterim ki görevimi ifa ederken en önemli güvencem siz değerli meslektaşlarım olacaktır. Başarılı olacaksam bu, sizlerin sayesinde; desteği, duası ve katkılarıyla olacaktır…
Sevgili öğretmenlerime şu hususu ifade etmek istiyorum. Sizler bizim için çok değerlisiniz. Çünkü bugünü ve geleceği sizler yeşertiyorsunuz. Verdiğiniz emeğin, çektiğiniz sıkıntıların farkındayız. Bu meşakkatli görevi ifa ederken karşımıza çıkan engelleri elbirliği ile aşma gayreti içinde olacağız. Öğretmenlik sadece öğrencilere bazı bilgileri öğretmek değil, daha ziyade öğretmenin kendi kemalatını tamamlama ve olgunlaşma yolculuğudur. Büyük ve fedakâr MEB ailesi olarak bu yolculukta, ülkemizin bütün çocuklarını kuşatacak ve inşallah bu yolda emin adımlarla yürüyeceğiz. İyiye, güzele ve hakikate dair ne varsa ülkemiz ve çocuklarımız için birlikte başaracağımıza olan inancım tamdır…” diyor. Bize de Sayın Bakanı, bu nazaketinden, öğretmene verdiği değerden ve motive edici yaklaşımından dolayı, tebrik etmek düşüyor.
İnsan ilişkileri, gelişim ve öğrenme, dikkat eksikliği, sınıf içi uygulamalar başta olmak üzere eğitim ile ilgili birçok kitap yazmış olan Sayın Bakanımızı, genç bir öğretmen olarak 2005 yılında Yalova İlimizde bir haftalık bir seminerde tanıdım. Her şeyden önce beyefendi kişiliği, konuyla ilgisiz sorulara dahi sabırla verdiği cevaplar, mütebessim çehresi, alçak gönüllüğü, uyaroğlu oluşu, eğitim alanında hem ulusal hem uluslararası alandaki yetkinliği, etkileyici anlatımı ve esprileriyle hatırlıyorum kendisini.
Bugünlerde eğitim camiasının kahir ekseriyeti çok umutlu. mebeöğretmenbakan istiyoruz hashtagleriyle twiterdabinlerce kez mesaj yazanlar zafer kazanmış kumandan gibi mutlular. Ziya Selçuk´un sınıf öğretmeni kökenli olması nedeni ile eğitim camiasının pek memnun olduğunu görüyoruz. İnşaALLAH bu mutluluk daim olur. Fakat beklentinin yüksek olması, bazı hayal kırıklıklarına da neden olabilir. Bu nedenle sabırlı olmakta yarar var.
Yukarıda, Milli Eğitim Bakanlığı görevinin memleketin en zor işlerinden olduğunu ifade etmiştik. Öyle ki; Milli Eğitim Bakanlığı görevlerinde bulunan, Sayın Bakanın selefi olan bakanların çoğunun son görevleri Milli Eğitim Bakanlığı olmuştur.Hatta eğitim bakanlığına getirilen bir siyasinin, aslında siyasi hayatının bitirilmek istendiği şeklinde şaka yollu değerlendirmeler de yapılır. Sayın bakanın işi gerçekten çok zor. Çünkü Sayın Ziya SELÇUK: “adalet, liyakat, kariyer” diyor. Bu durum nepotistleri fevkalade rahatsız edecek ve Sayın Bakana yergiler başlayacaktır. Bakanın “liberal olduğundan,” herhangi bir vakfa-derneğe-sendikaya ünsiyetinin bulunmadığından, “kimin adamı olduğunun belli olmadığına” kadar eleştiriler yapılacak; bazı gruplar ise ısrarla “bakanın kendi adamları” olduğunu hararetle savunacaklar ve suyu bulandırmaya çalışacaklardır.
Bakan Ziya Selçuk´un ilk icraat olarak ALO 147 Şikâyet Hattı Kapatacağını söylemesi, “Öğretmen performans değerlendirmesinin işlevsel olduğunu düşünmüyorum ve böyle bir şeyi bakanlık olarak uygulamayacağız” demesi, bakanlığı 1 milyon öğretmenin temsilcisi olarak görmesi, asıl yatırımın öğretmene yapılması gerektiğini ifade etmesi, en büyük sermayelerinin öğretmenler olduğunu defaten vurgulaması ile eğitim camiasının gönüllerine girmiş oldu. Bakanlığı öncesinde ifade ettiği, eğitime dair görüş ve önerileri öğretmenler tarafından paylaşılmaya başlandı. Sıkça paylaşılan fikirlerinden bazıları söyle:
“Eğitim emzirmektir. Yani şefkat, temas ve paylaşım olmadan eğitim olmaz. Şefkatsiz bir emzirme düşünebilir misiniz?
Eğitim ihraç edilebilir ama ithal edilemez. Kes yapıştır bir sistemle medeniyet tasavvuru mümkün değildir.
Oyunun sonunda ve ortasında asla kural değişmeyecek, adaleti şiar edineceğiz.
Öğretmen kalitesiyle uğraşmak yerine, bilgisayar alımı, sınav sayısını artırma, öğretmene sınav koyma gibi gereksiz işlere yöneldik.
Bazı öğretmenler iklim oluşturur. Bazıları da sadece hava durumu sunar. Bu iki öğretmen tipi mutlaka ayrı değerlendirilmeli ve kıymetlendirilmeli.
Araçları amaç kıldık; sınav kazanmayı sistemin ana gayesine dönüştürdük…
İyi yapamadığımız şeyleri daha çok yapmaya çalıştık. Hiç kimsenin İngilizce öğrenemediği bir sistemi on binlerce yeni öğretmen atayarak devam ettirdik.
…Okullar robotların beceremeyeceği alanlara, yani temel insani özelliklerin geliştirilmesine yoğunlaşmalı.”
… Bizim tüm üniversitelerimiz tek tip. Hiçbir bölgesel özelliği olan üniversitemiz yok. …Üniversiteler kendi sınavlarını bireysel olarak ya da gruplar halinde lokal olarak yapacak. Bu sınavlar yılda birkaç kere olacak. Böylece dershaneyi besleyen sınav yapısı başka normlarla değişecek…”
Sayın Bakanın diğerleri kadar sık paylaşılmayan ve “dindar nesil” tartışmaları bağlamında eleştirilen fikirleri de var. “Ben dindar olmayı bu ülkenin ortak paydası olarak görmüyorum. “Dindar değilim” diyor bazıları. Bunun yerine insanların ortak paydasıyla ilgili bir arayışa girmek lazım ki bu ahlak anlayışıdır… “Sosyal bütünlüğü sağlamaya hizmet eder İmam Hatip yapısı.Fakat İmam Hatipler yeni bir medeniyet tasavvuruna hizmet etmeyi bırakın, onu engelleyen bir işleve sahiptir. Dini tefekkürün, dini düşüncenin yeniden inşası için, yeni bir felsefe alanının açılabilmesi için bizim geleneğin bürokrasisine sokulmuş olan din algımızın dönüştürülmesi lazım. İmam Hatipler din alanındaki müesses nizamdır. Bu nizam kendini korumaya çalışırken aslında dini tefekkürün tekâmülünü engeller.”