Berat Demirci’nin “Tarifeli Bilimin Soğukluğu” isimli köşe yazısı;
“Tarifeli Bilimin Soğukluğu”
Böyle bir soğukluk varsa, sebebi bilimin “bilimdışı kuvvetler” tarafından tarifeye bağlanmış olmasıdır.Soğukluğun kaynağınıbilimperest-hüdaperest arasında süregelen bir gerilim olarak görmek, ekser boşa kürek çekmektir. Öyle olur ki, “Freud yoktur!” yahut “Darwin maymundur!”a bağlanır; bu bağlamalar da ergen dünyalarda ateşli söylemler olarak makes bulur. Eh, atı alan da Üsküdar´ı geçer. Bu işler, çoğunlukla olduğu gibi, özne ile ilişkilidir. Atı kimin aldığı çok önemlidir. Atı alan Köroğlu ise hak yerini -at süvarisini- bulmuş; at hırsızı ise Üsküdar´ın çekeceği var demektir.
“Kimim?” sorusuna “net ve daimîiç bütünlüklü cevap” verilemiyorsa ortada “kimlik” değil, piyasanın yatımına göre değişen bir dalgalanma vardır. Bu, modern/post modern bilgi hücreleri ile inşa edilmiş bireyin hikâyesizliğidir.“Hikayesizlik içinde yaşamak” sadece can sıkıcı değil, insanın kendi seçimine mahsus yaşantı tercihlerini de baskı altına almaktadır. Yapay beyin icat ve seyrinin tek ilham kaynağı değilse de en önemlisi;insanın modern uygarlık tarafından format atılan bir varlık olarak görülüşüdür.Çok okunan yazılı metinler, hikâyeler elbette çıkabilir. Ama “planlı şaşırtmaca”lardan oluşan özgünlük losyonlu söylemler birbirine bağlanarak okunduğunda, sınırlar kalkar ve yeknesak bir ruh halinin satırlardaki tortusu kalır. Bu izleri takip edecek eleştirmen yok, çünkü dil ile hayat arasındaki bağ kuracak irade ve dirayete sahip okur yok. Bu yüzden eleştiri, reklama dönüşmekte; “reklamın kötüsü olmaz” çerçevesinde bir ters etkiyle metin eleştirisinin arkasındaki hayatı örtmektedir.
“Hikâyesizlik içinde yaşamak” bağlamında söylediklerimizin bilimle bağı şudur: Bilimin bilgi ile bağını kuran adamla, sanatın güzelle bağını kuran adamaynı dünyada yaşamaktadır. Edebiyat, malzemesi itibariyle en kolay ulaşılabilen ve taşınabilen alan olduğu için tarifeye bağlanışlar orada daha etkin ama dahakarmaşıktır. Modern iktidarla sanatın ilişkisi, bilim gibi ve kadar işleve sahip olmadığı için, sanatçı nispi olarak daha özgür gözükür. Bilim adamının talihsizliği, piyasa toplumuna nakde çevrilebilir, hesaplanabilir mal üretmek zorunda oluşudur. “Bilimci” denilebilecek bir bilim adamı tipi de vardır ama bu “zorunda oluş” durumunu ortadan kaldırmaz. Bu noktada “Modern bilim” kavramı kullanılabilir ve şu anlamda kullanılabilir: Bilim, bilimdışı kuvvetlerin işin içinde oluşu sebebiyle, üreten özneden bağımsızlaşarak hayatımıza tepeden inme müdahale etmektedir. Eleştiri de değil; doğrudan ve insan kalmak adına cephe alınması gerekir.
Felsefenin bugünkü zafiyeti aydınlanma ideolojisine ram oluşundandır. Bu bir insanlık krizidir ve müesses eğitimle de onsuz da aşılacak bir kriz değildir. “Düşünüyorum!” demek:İnsanın tabiatlakurduğu “Varlık” bağı ve sorumlulukla malul “Varoluş“bağlanışının;bu her ikisinin eşzamanlı ve vahdet içinde anlaşılmasına, hareket etmesine kifayet etmez.Bilim üretimi ile sorumluluk, metodolojik olarak ayrıştırılmış; bu ayrıştırma piyasa vasıtasıyla meşrulaştırılmıştır. Epistemoloji modern çağlar boyunca dedikoduya imkân vermiştir, bugün daha revaçtadır, çünkü malzeme boldur. Ontoloji ise neredeyse kayıt dışıdır ve bir nevi “Yak feneri adam ara!” durumu yaşanmaktadır. “Hâkimepisteme”nin, ontolojiye ırak oluşu, “sorumluluk” sahibi insan yerine, aynı bant üzerinde hayatını tamamlayan makine civcivine benzer bireyler istenmesindendir. Bu, modern uygarlık proje ve uygulamasında geçmiş zamanlarda misli görülmeyen bir iktidar gücüyle takviye edilmektedir. Her adam bilim adamı olmaz ama sorumluluk sahibi olmak,“Adamlık”ın esası ve mükellefiyetidir. Bilimin dört ayağı varsa: Üreten, kullanan, tüketen, koruyan… Bu dördü de sorumluluk sahibi olmak zorundadır. Filozof olsaydım, “Sorumluluk sahibiyim, o halde varım!” derdim; hanede,divanda, dergâhta, mecliste, bargâhta, meydanda ve mektepte…
İçimden geldi ve bu Cuma yazısında öğrencilik günlerinden kalma eski dosyaların tozunu aldım. Hâlâ öğrenciyim ve daha çok toz kalkacaktır.