DOLAR 34,5467 % 0.18
EURO 36,0147 % -0.62
STERLIN 43,3470 % -0.52
FRANG 38,6490 % -0.66
ALTIN 3.005,46 % 1,47
BITCOIN 98.616,82 0.604

“Bir Kalbur Saman Dört Mala Yeter”

Yayınlanma Tarihi : Google News
“Bir Kalbur Saman Dört Mala Yeter”

Berat Demirci’nin “Bir Kalbur Saman Dört Mala Yeter” isimli köşe yazısı;

“Bir Kalbur Saman Dört Mala Yeter”

Halk ağzında migrene “yarım ağrı” derler. Başın yarısı ağrıdığı için öyle denilmiş.  Her yirmi erkekten birinde var imiş. Kadınlarda ise durum vahim; her beşinden biri migrenliymiş. Dünya Sağlık Örgütü raporlarına göre dünya iş gücünü kısıtlayan hastalıklar listesinde migren, on dokuzuncu sırada yer almakta imiş. “İş gücü” önemli tabii, iş gücünü düşürmeyen hastalıkları ciddiye almamak lazım(!). Neden kadın kısmında erkeklerden daha fazla diye merak ettim, hormonal durumlarmış; östrojen filan mevzuları… Şu “başım ağrıyor” diyerek, akşam yemeğine domates peynir dayamalar; nazdan, tembellikten kaynaklanıyor olmayabilir.

Bendeniz hep başı ağrıyan hanımların, teyzelerin ıstırabına yakinen muttali olduğum için ne çektiklerini bilirim. Başlarını sıkı sıkıya beyaz tülbentle bağlarlar; denemedikleri yollar kalmazdı. Meselâ turşu suyu… Evet, turşu suyu içerlerdi bazıları. Köy öğretmeniyken aspirin kapısıydım. Bazen de “Turşu suyu için, biiznillah iyi gelir!” derdim yahut şifa olsun diye her akşam bir kâse yoğurt tavsiye ederdim; bazen tutardı. “Nöbet” diye de anılan migrenin henüz kati bir tedavisi yok. Psikolojik ve irsî olduğu da yaygın kanaattir.

Benden şifa konusunda daha uzman bir dostum vardı. Dostum diyorsam “yarım akıllı” bilinen ve yaşça benden ileri bir emmiydi… Aklı başında bir adamdı aslında ama farklı bir dil kullanırdı, ben bu dili azıcık çözmüştüm ve anlaşıyorduk. Koyun cebinde şifa niyetine bir şurup şişesinde ayran taşırdı, çay içtiğinde içine birkaç damlacık dökerdi. Garip bir ademdi hülasa. Yücelerle arasının iyi olduğunu düşünenler çoğunluktaydı. Bu yüzden başı ağrılılar muska yazması için ikna etmeye çalışırlardı. Öyle işer yapmazdı ve bilmezdi. Okurdu, okunaklı bir de el yazısı vardı; hepsi o kadar. Ama ısrarına dayanamamış olmalı ki bir hatun kişiye muska yazmış. Olacak olur, kadının ağrılarına da iyi gelmiş. Ben bu işe tesadüf eseri muttali oldum.

Bir öğrencimin velisi çaya çağırmıştı. Çay içerken mevzu bizim “yarım akıllı”ya geldi. Evin babaannesi, “O bana bir muska yazdı, bütün ağrılarım kesildi!” dedi ve hayır duada bulundu. Merak ettim, çünkü bildiğim kadarıyla böyle işler yapmazdı. “Muskayı görebilir miyim?” dedim. Samimiyetime güvenen babaanne, bir naylona sarıp tülbendin ucuna düğümlediği muskayı çıkardı. Bir satırlık yazı. Baştaki “Be”yi görünce, önce besmeleyle başlayan bir dua zannettim. Okuyunca ise gülmemek için kendimi zor tuttum. Çünkü “Bir kalbur saman dört mala yeter.” yazıyordu. Şimdi merakla bakan hane halkına ne diyecektim. Adımın okuma yazma bilmez bir cahile çıkması da vardı işin ucunda. “Bu muska şifreli bir yazı ile yazılmış; sadece yazan bilir!” dedim işin içinden sıyrıldım.

İnce düşündüm sonra… Dostuma “Sen neden böyle bir şey yaptın. Herkes duyarsa adın muskacıya çıkar!” diye çıkıştım. Mahcup oldu, bu aklına gelmemişti. Çözümü elbirliğiyle bulduk. Öğrencimin babasını çaya çağırdım. Tabii, mevzu kenardan köşeden, ayran dolu şişeden geçerek, bizim “muska”ya gelecekti; öyle oldu. Dostum kemal-ı ciddiyetle, “Muskayı çaya katıp içsin ve kalan kâğıdı toprağa gömsün!” dedi. Mevzuyu kökten halletmiş, bir sırrı da defnetmiştik.

“Bir kalbur saman, dört mala yeter!” muskası aklıma geldikçe hâlâ gülüyorum. Dudaklarımın bir yanında acı bir kıvrım da oluşuyor. Hepsi toprağa gark oldu. Eh, biz de az zamanın adamı değiliz.




YORUM YAP

Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.