DOLAR 34,5467 % 0.18
EURO 36,0147 % -0.62
STERLIN 43,3470 % -0.52
FRANG 38,6490 % -0.66
ALTIN 3.005,46 % 1,47
BITCOIN 97.800,00 -0.932

Emekli Öğretmen Eker’in birincilik alan o muhteşem yazısı!

Yayınlanma Tarihi : Google News
Emekli Öğretmen Eker’in birincilik alan o muhteşem yazısı!

Emekli Edebiyat Öğretmeni Ali Ekber Eker’in öğretmen anıları yarışmasında birinci olan yazısı…

Emekli Öğretmen Eker’in birincilik alan o muhteşem yazısı!

YARIM KALAN ROMAN

“Emekliliğimin onuncu yılıydı. 2007 Mayısı’nın son perşembesiydi sanırım. Saat on altı sularında emeklilik sonrası çalışmaya başladığım kuruma gelen telefondan isteniyordum:
– Evet, benim, buyurun!
– Hocam ben Hasan Ali!
– Hasan Ali?
– Hasan Ali Gözcü Hocam, Ahposor’dan Hasan Ali!
Donup kalmıştım birden. Bu durumumun nedeni Hasan Ali’yi tanımadığımdan değildi elbette. Üç yıl görev yaptığım köyden ayrılırken beni uğurlamaya gelen köylülerin arasında ve annesinin yanında o da vardı. En son onunla vedalaşmıştım. Kaskatı ökesilmiş çelimsiz bedenine sıkıca sarılıp “Hoşça kal küçük arkadaşım, Allah’a emanet ol!” dediğimde, belli belirsiz ” Güle güle ertmenim, beni unutma.” deyip yüzüme bile bakamadan ve biraz da kızgın, koşarak yanımdan uzaklaşmıştı. Ardından sadece bakakalmıştım. Tam otuz bir yıl önce ” ertmenim!” diyen çocuksu sesiyle bıraktığım Hasan Ali, şimdi “Hocam!” diyen erkeksi ve düzgün Türkçesiyle telefonun öbür ucunda ve karşımdaydı. Donup kalışımın ve şaşkınlığımın nedeni buydu. Kendimi toparlamaya çalışırken o hala telefonun öbür ucunda sesleniyordu:
Sözü fazla uzatmak istemedim. Çünkü bunca yıldan sonra beni aramasının bir nedeni olmalıydı. Yavrucağız darda mıydı, bunda mıydı, bir ihtiyacı mı vardı, öğrenmek istedim. Hemen söze girdim:
– Hayırdır Hasan Ali, rüyanda mı gördün beni?
– Yok Hocam, ben İstanbul’dayım. Yıllar sonra köye uğradım. Sizin Çorum’da olduğunuzu öğrendim. Yolumu değiştirdim. Yanınıza uğrayıp bir çayınızı içmek ve ellerinizden öpmek istiyorum, müsait misiniz?
– Ne demek Hasan Ali, teklif mi olur, çok memnun oldum, sen Çorum’a yaklaştığında haber et yeter.
– Tamam, Hocam, diyerek telefonu kapattı.
Hasan Ali’den haber beklerken her şey film şeridi gibi gözümün önünden geçmeye başladı. Köy Erzincan’ın Tercan ilçesine bağlıydı. Erzincan’a 130, Fırat’ın Karasu kolu kenarında kurulu tarihi bir ilçe olan Tercan’a ise 30 km mesafedeydi. Köy, Tercan’ın güneydoğusundaydı. Bingöl’ün Yedisu ve Tunceli’nin Pülümür ilçeleriyle eşkenar üçgenin birer köşesi gibiydiler. Sırtını dayadığı başı dumanlı ve heybetli mor dağların kuzeye açık kör bir vadisinin önünde kurulmuştu. Arazisi altı ay boyunca metrelerce karın altındaydı. Dağların başında külah gibi duran kar ise temmuz ayına kadar dururdu. İlçeye ulaşmak için özellikle kış aylarında üç köy yaya, iki köy kızakla ve son köyden sonra da taşıt olmak üzere toplam altı köyden geçilirdi.
Doğu Anadolu’nun vahşi coğrafyasının belki de en nasipsiz arazisi üzerinde bulunuyordu. Ekilebilir düz bir arazisi olmadığı gibi topraklarında tek bir meyve dahi yetişmezdi. Dağlık arazinin elverdiği çok kısıtlı ölçüde ancak yonca yetiştirilirdi. Bu da köylülerin yaşama amacı olan mor koyunları için tek besin kaynağıydı.
Yarı beline kadar toprağa gömülü evlerin yan duvarları bir metre yüksekliğinde ve taşlarla örülüydü. Pencere yoktu. İnsanlar sanki yaşarken mezara girmiş gibiydiler. Duvarlarından sonra kubbe biçiminde yapılan toprak çatıları üzerindeki çerçeveli naylonla kapatılan hava deliği dış dünyayla iletişimi sağlardı. Toplamda 18 haneydi. Çoğu ev de tümüyle yıkıntı halindeydi. Bunlar, Dersim olaylarından sonra zorunlu iskâna tabi tutulup da Batıya gönderilen ama geri dönmeyen müstecirlerin evleriydi.
Bu köy dâhil, çevredeki 360 köy kökeni Elaziz’e dayalı aşiret reisi bir Ağaya aitti. Dağları ovaları, ormanları akarsuları ile ona aitti ve köylülerin tekmili birden marabaydı. Öyle ki, baraka okulumun kışlık odununu temin için ben bile Ağa’nın ilçeye ayda bir gelen temsilcilerinden izin alırdım. Dedeleri maraba, babaları maraba ve kendileri de maraba adayı aç, sefil yirmi iki zavallı öğrencinin bulunduğu birleştirilmiş beş sınıflı okulun tek öğretmeni olarak 1973’te bu köye atandığımda ben on dokuz, Hasan Ali de 13 yaşındaydı ve beş kişilik 4.sınıfın tek erkek öğrencisiydi. Aziz Ağa’nın ikinci evliliğinden olan dört erkek çocuğunun en küçüğüydü. İşte Hasan Ali, birçokları gibi, böyle bir coğrafyanın, böyle bir iklimin ve böyle sosyal bir yapının ortam ve koşullarında yaşamaya mahkûm bir çocuktu.
İki saatlik bir beklemeden sonra Hasan Ali tekrar aradı ve Çorum’a girdiğini söyledi. Sözleştik ve karşılamak için iş yerimden koşar adım çıktım.
Şehrin en kalabalık ve trafiğin en yoğun olduğu akşam saatinde Gazi Caddesine hâkim Tekel binasının önünde yerimi aldığımda varlığımdan ve heyecanımdan kimsenin haberi olmadığından emindim. Lacivert ve 34 plakalı bir otomobille geleceğini söylemişti. Çok beklemedim. Trafik lambalarında duran sunrooflu son derece gösterişli muhteşem otomobile, içine dahi bakmadan bindikten sonra gördüm Hasan Ali’yi. Evin yolunu tarif ederken bir yandan da göz ucuyla bakıyorum Hasan Ali’ye.
Siması değişmemiş ama başka bir yerde karşılaşsam asla tanıyamazdım. Karşımda 47 yaşında bir adam. Tepede hiç saç yok. Kulak çevresinde beyazlıklar. Direksiyon altına sıkışan küçücük göbek. Bıyıksız bir yüz. Yüz ve eller son derecede bakımlı. Adidas marka beyaz bir eşofman giymiş. Sol arka kapıda vakko takım elbise asılı duruyor. Kulağına takılı bir mikrofon var ve sürekli konuşuyor birileriyle. Kendi kendime, Hasan Ali önemli biri galiba, dedim; ama merakımı da sakladım.

Ancak otomobilinden inince sarmaş dolaş olabildik. Çok kalamayacağını söyledi ama ısrarım üzerine eve çıkmayı kabul etti. Bir ara ” Elim boş, ayıp olur.” diyecek oldu, sitem edip kolundan çektim, eve çıktık.
Ama telefonlar durmuyor. İster istemez kulak misafiri oluyorum konuşmalarına. Bunlar sıradan konuşmalar olmadığı gibi Hasan Ali de sıradan bir adam değil. Bunu hemen anlıyorum. Çünkü telefonla konuştuğu adama “Sayın Bakanım!” diye hitap ediyor ve arayan da Bakan!  Ve daha niceleri. “Mehmet Abi” diye konuştuğu adamın da Mehmet Ağar olduğunu sonradan öğreniyorum. Kulaklarıma inanamıyorum. Kimdi, neciydi, ne olmuştu Hasan Ali?
Beni ihmal etmek gibi bir görgüsüzlük yaptığını düşündüğünden mahcup olmuş olmalı ki özür dileyerek telefonlarını kapatıyor. Sofraya oturup hem yiyip hem de konuşuyoruz. Sürekli soruyorum. Köyümü, öğrencilerimi; Esma’yı, Sultan’ı, Hüsniye’yi; Bayram Ali’yi, Kemal’i, Efendi’yi… Sultan kanserden ölmüş. 39 yıllık öğretmenliğim süresince gördüğüm en zeki öğrencim Efendi, Aydın Çeştepe’de demirci ustası olmuş. İç geçiriyorum ama neye yarar ki… Asıl önemli konuya geliyorum ve soruyorum:
-Eee, anlat bakalım, nedir bu telefon trafiği, ne işle meşgulsün?
Hasan Ali ciddileşiyor, yüzüme bakıyor ve başlıyor anlatmaya:
– Hocam, Mehmet Ağar beni Elazığ’dan milletvekilliğine aday göstermek istedi. Ekibimle oraya gittim. İki haftadır mahallinde incelemeler yaptım. Durum pek iç açıcı değil. Ekibi gönderip ben Erzincan’a köye geçtim. Annemin elini öptüm. Bir gece kaldım. Sizi sordum. Çorum’da olduğunuzu abim söyledi. Nasılsa bulurum, deyip Sivas’tan bu tarafa döndüm.
-Çok iyi etmişsin, çok memnun oldum, diyorum. O devam ediyor.
-Gidince Mehmet Abi’yle görüşeceğim. Kabul etmeyeceğim. Zaten Binali Abi de (Ulaştırma Bakanı) bastırıyor bir taraftan. Milletvekili olacaksan gel bari bizim partiden gir, Erzincan’dan aday ol, diyor ama aslına bakarsan benim milletvekilliği ile kaybedecek vaktim de yok.
Tümüyle şaşırıyorum. Tekrar soruyorum:
-Kusura bakma Hasan Ali ama ben seni Ahpasor’da 15 yaşında kaderine bırakıp gelmiştim. Ne oldu, nasıl oldu da o ortamdan kendini kurtardın?
– Hocam, bu uzun bir hikâye. Ama şunu bilin ki her ne olmuşsam sizin sayenizde oldum ve hayatımın her anına siz aklımdaydınız. Bu nedenle ellerinizi öpmek istedim her zaman. Kısmet bugüneymiş. Simdi daha huzurlu ve daha mutluyum. Siz köyden ayrıldıktan sonra bana köy dar gelmeye başladı. Çünkü siz benim her şeyimdiniz. Hatırlar mısın bilmem ama bana her zaman, ” Hasan Ali dünyaya köyden bakma, dünyayı bu köy sanma!” derdiniz. Hep bunu düşündüm. Siz ayrıldıktan sonra köyden kaçtım. İstanbul’a gittim. Sirkeci’de bir handa çay ocağında çalıştım. Sahibi beni yanına aldı. Haydarpaşa’da ortaokulu ve liseyi okudum. Sonra İTÜ’yü kazandım. Dereceyle bitirdim. Hollanda Kraliyet Akademisi beni burslu olarak aldı. Orayı bitirince İngiltere’de ekonomi masteri yapmaya başladım. Rahmetli Turgut Özal gelmişti İngiltere’ye. Konferansına gittim. Konuşması sırasında bir soru sordum kendisine. Soruma yanıt vermedi ama adımı ve nereli olduğumu sordu. Sonra da bana, Türki-ye’ye döndüğünde yanıma gel, dedi. Yurda dönünce yanına uğradım ve beni ekonomi danışmanı olarak köşke aldı. Sırasıyla Demirel ve Necdet Sezer olmak üzere üç cumhurbaşkanına danışmanlık yaptım. Bu arada işlerim çok büyümüştü. Sayın Sezer döneminde istifa ettim. Türkiye tomruk ithalatının yüzde yetmişi benim şirketimde. Sibirya’da 1500 işçi çalıştırıyorum. Bu arada Bursa’da da bir çimento fabrikası kuruyorum. Allah nasip ederse fabrikanın açılışında sizi protokol arasında davetlim olarak görmek istiyorum. Pek çok büyük şirketin de ekonomi danışmanlığını yürütüyorum
Gözlerim yaşarmıştı. On binlerce öğrenci okutmuştum ama böylesi sıra dışı bir yaşamı ne görmüş ne de duymuştum. Kent merkezlerinin güzide okullarında el bebek gül bebek yetiştirilen ve özel öğretmenlerle beslene nice karnı tok sırtı pek nazlı öğrenciler bilirim ki başarısızlıklarını ya rejimle ya sistemle ya da alt kimliklerle ilişkilendirirler. Keşke Hasan Ali’nin öyküsünü bilselerdi, diye düşündüm.
Sohbet koyulaşıyor. Hasan Ali’yi yatmaya ikna ediyorum. Gece boyu sohbet ediyoruz. Ve bir konuda sözleşiyoruz. Her ikimiz de uygun bir zamanda her şeyi unutup köyümüze gideceğiz. Hasan Ali yaşamıyla ilgili bütün bilgi ve belgeleri getirecek ve ben de hayatını romanlaştıracağım.
O günden sonra Hasan Ali sık sık hele de bayramlarda ilk arayanlarımdan oluyor. Fabrikasının açılışına davetiyemi heyecanla bekliyorum. Ve yaklaşık bir yıl sonra 6 Mayıs 2008 tarihli ulusal gazetelerin birinde şu haberi okuyorum:
“Eski Cumhurbaşkanlarımızdan Süleyman Demirel ile Merhum Turgut Özal’ın danışmanlarından Hasan Ali GÖZCÜ dün gece 22.05 sıralarında Çekirge Caddesinde 16RG989 plakalı aracın çarpmasıyla yaşamını yitirdi.”
Çok ama çok sarsıldım. Zavallı yavrum kaderini kendi elleriyle değiştirmeye çalışmış ama yine kaderine yenik düşmüştü. Mucizevî yaşamını romanlaştıramadım fakat bu vesileyle kendisini anlatabildiğim için kendimi bahtiyar hissediyorum. Ruhu şad olsun! Bu topluma bilinmeyen nice Hasan Ali’ler kazandıran vefakâr ve cefakâr öğretmen arkadaşlarımın önünde saygı ve sevgiyle eğiliyorum.”

(Haber Merkezi)

Sivas Haber– Sivas Haberler




YORUM YAP