Bülent Özçelik’in “Suriyeliler mi, Göçmenler mi?” isimli köşe yazısı;
“Suriyeliler mi, Göçmenler mi?”
Bu ülkede bir tek Suriyeli göçmenler yok, şehrimiz gibi bir çok bölge başta olmak üzere, çoğunlukla Afganlılar, Iraklılar, İranlılar, Özbekler, Cezayirliler de göçmen yada mülteci statüsünde yaşamaktalar. Bir çok Afrika ülkesinden gelenler olsa da, çoğunluk Suriyeliler olmak üzere, saydığımız diğer ülkelerde..
Özellikle İstanbul seçimlerinin sonrasında Ak Parti´nin masaya yatırdığını bildiğimiz Suriyeliler meselesinde henüz bir çözüm yok.
Hem siyasi hem iktisadi anlamda, kamuoyuna yeterince açıklanamayan Suriyeliler meselesinde, kamuoyunda bir takım ve ciddi rahatsızlıklar varken, hükümetin ilk planda eyleme aldığı “İlan ve Reklam Panolarına yönelik” hamle, sadece büyükşehirlerde başlayan hakim görüntünün kırılmasına dönük basit bir adım. Etkisi olur mu derseniz, kısa vade de “Evet” ama uzun vade de, Suriyelilerin daha izole bir çatı altında meşru-gayrimeşru eylemlerine hamilik yapmaktan öteye gidemez.
Ensar-Muhacir ilişkisi içinde değerlendirirken, fahiş bir hataya göz göre göre yelken açıldı aslında.
Türk toplumunun hakim çoğunluğu; Suriyeliler dışında, yukarıda saydığımız milletlere mensup göçmenlerden şikayetçi değiller.
Kurallara ve misafir terbiyesine daha sadık olan diğerleri, ekseri çoğunlukla kabul görmüş ve saygı duymayı hak eden davranışları sergilemekten kaçınmıyorlar.
Peki ya Suriyeliler konusunda ki bu hassasiyetimiz, korkumuz ve ikircikliğimiz neden öyleyse?
Türk toplumunun genel anlamda haklı olduğu noktalar yok değil!..Ancak haksız yada yeterince arkaplanını düşünmediğimiz bir konu, haklılık önceliğimizin önüne geçiyor. Bütün evrensel değerlerce kutsal sayılan “Yaşam Hakkı” ..
Hergün kafalarına tonlarca bombanın düştüğü bir ülkede, sivil ve savunmasız insanların kaçmaktan başka bir tercihi olmadığını düşünelim, evet bir kez daha düşünelim.
Ama gençlerin ve eli silah tutabilenlerin; plajda nargile, sahilde mangal, sokakta kavga, işveren kavgaları, özellikle bazı büyük şehirlerde izole bölgeler, mafyavari davranışlar, ahlaksız örneği sayılabilecek davranışlar, vb bir çok hadise, zaten içine doğduğumuz linç kültürüne sahip toplumumuzu tetikleyen, o fırsatı bulamıyorsa, bunlara sebep olanlardan bir şekilde hesap soran karşılık davranışını, göstermekte saniye tereddüt etmiyoruz.
Sadece ve sıradan bir algı yönetimi olarak görülmemesi gereken bu durumu değerlendirirken, Suriyeliler üzerinden yapılan provokasyon ve sokak çağrışmaları da o kadar rahatsız edici ve toplumsal dinamiklere de zarar verici, en azından ilerisi için büyük tehlike.
Hatırlarım, 90´lı yıllarda batının bazı şehirlerine yerleştirilen Kürt kökenli vatandaşların yaşadığı bölgelerde bir olay yaşanırsa, yada yaşandığı iddia edilirse, eli değnekli sopalı insanlar o bölgeye hücum ederdi.
Bugün yaşanmasını istemiyorsak, devlet erkanına diyeceğiz ki;
-Bunların otokontrollerini sağlamalısınız.
-Ekonomik ve iktisadi yük olduklarına dair ciddi bir algı var ki, siyasi büyüklerimiz de bu beyanlarıyla doğruluyorlar, öyleyse bu insanları, ekonomik anlamda katma değer üretilmesine, özellikle tarım ve hayvancılıkta bu insanların yasal yöntemlerle değerlendirilmesine imkan ve olanak sağlanmalı..
-Adli ve polisiye vakalarda, kesinlikle ve asla inisiyatif kullanılmamalı..Yaşanan her hadise topluma açık ve neticesi şeffaflık içinde kamuoyu ile paylaşılmalı ve suç işleyenler cezalandırılmalı ve bu tür davranışlara iltisaklı olanlar derhal sınırdışı edilmeli..
-Bence daha önemlisi de, ciddi bir araştırma ve istihbarat sonucu, Trojenler (Belli bir süre saklanıp, daha sonra açığa çıkan) tüm isimlere karşı tedbir alınmalı..
Son söz: Mazlumun ve mahsunun da yaşamaya hakkı olduğu bu fani dünya hepimize yeter, yeter ki adalet ve merhamet duygumuzu birlikte yaşayabilelim.
Sağlıcakla kalın…