Türkiye’nin bağımsız olduğunu düşünen aklı evveller var mı hâlâ?
Türkiye’nin epistemik köleleşme tarihi
Ruhunu yitirmiş bir ülke nasıl bağımsız olabilir ki?
Ruhunu, yani varoluş sebebini ve iradesini, her tür zorluğa direnme kudretini ve melekelerini kaybetmiş bir ülke, böyle bir ülkenin çocukları nasıl bağımsız olabilir ve bağımsız kalabilir ki?
TÜRKİYE’NİN HAZİN İRADESİZLEŞTİRİLME HİKÂYESİ…
Türkiye’nin iradesi yok edildi. İradesi yok edilen bir ülkenin bir kendi de yok demektir. Kendi’ni kaybeden başkasına ne verebilir, ne söyleyebilir ki?
Kendini yitiren, başkasına kendini nasıl bulması gerektiğini nasıl söylesin, nasıl söyleyebilsin ki?
Soru şu: Türkiye’nin iradesi niçin yok, peki?
Ruhu olmadığı için.
Ruhu yok edildiği için.
Ruhu, ruh kökleri ve ruh köklerinden beslenen, her susadığında bu ülkenin, yürek ülkesinin, hakikat yurdunun hakikatli çocuklarının doya doya, kana kana içtiği, beslendiği aziz kaynakları, leziz pınarları kurutulduğu için.
Ruhu olmayan bir ülkenin ve çocuklarının iradesi olabilir mi?
Ruhunu ve iradesini yitiren bir ülkenin ve çocuklarının bağımsız olduklarından, hür ve özgür olduklarından, bağımsız hareket edebildiklerinden söz edilebilir mi?
Kimse kendini kandırmasın, bu ülkenin kaderine biz hükmetmiyoruz, bugününe biz çeki düzen vermiyoruz, geleceğini biz şekillendirmiyoruz.
İki asır öncesinden başlayan bir iradesizleştirilme sürecinin köleleriyiz.
İki asırdır adına epistemik köleleşme dediğim bir iradesizleştirilme tarihi yaşıyoruz.
İradesizleştirilmenin birkaç değişik türü veya tezahürü var.
Mankurtlaştırıcı medya dünyası, bir türü iradesizleştirilmenin.
Yabacılaştırıcı kültür rejimi, bir başka türü.
Ama köklü iradesizleştirme işlemini metamorfoza uğratıcı, aşağılık kompleksine sürükleyici ve celladına âşık edici sarsak eğitim sistemi gerçekleştiriyor.
TÜRKİYE, KADERİNE SAHİP ÇIKACAK İRADEYİ YEŞERTEBİLECEK Mİ?
Sevgili Celal Fedai kardeşimin nefis tespitiyle Türkiye’nin kaderi, dünyanın kaderi.
Abartılı bir gözlem gibi gelebilir bu, ilk bakışta.
Ama tarihe, tarihî derinlik perspektifi ile bakarsanız, bunun hiç de abartılı bir gözlem olmadığını görmekte zorlanmazsınız.
Dünyanın kaderini bizim kaderimiz şekillendirdi bin yıl. Dünya bizdik: Biz dünya demektik: Bilimin, düşüncenin, sanatın, ahlâkın dünyası bizdik, bizden ibaretti her şey: Bütün insanlık hikâyelerini biz yazıyor, insanlık şarkılarını biz besteliyorduk.
Hem insanlığın düşünce, bilim, sanat birikimine biz sahip çıkmış, biz tevarüs etmiştik hem de tevarüs ettiğimiz insanlığın birikimini önce temellük ederek / vahyin filtresinden geçirerek kendimize malederek sonra da taptaze bir ruhla ve İslâmî bir duyarlıkla temessül ederek / örnekleyerek hayat haline getirip insanlığa biz sunmuştuk yeniden.
Bu anlattığım, masal değildi.
Türkiye’nin ruhunu inşa eden muazzez yükü, kanatlandırıcı yükümlülüğü ve kaderiydi.
Türkiye kaderine, yüküne ve yükümlülüğüne sahip çıktığında dünya kendine gelecek yeniden. O yüzden dünya bize gebe, biz hakikate, diyorum her dem yeniden taptaze bir ruhla ve coşkuyla kuşanarak…
Bu ülkenin, Türkiye’nin kaderini idrak edecek bir iradesi kalmadı, iradesi yok edildi, iradesizleştirildi Türkiye.
Hem öylesine ürpertici bir iradesizleştirilme ameliyesine tabi tutuldu ki bu ülke, bu ülkenin çocukları, başına ne geldiğini bile hatırlayamıyor, nasıl bir yok oluş felâketinin cenderesinden geçirildiğini bile bilemiyor!
Bir tarafa dünyanın bizi bekleyen Türkiye’nin kaderi / yükümlülüğü diğer tarafta ise, Türkiye’nin dünyanın kendisini bekleyen o kurtarıcı, kurucu ve korucuyu kaderinin ne olduğunu bile bilememesi!
Türkiye’nin komediye dönüşen trajedisi bu işte!
Ne var ki, Türkiye kaderine sahip çıkabildiği zaman, tarihî yükünü, yükümlülüğünü idrak edebildiği ve harekete geçirebildiği zaman tarihin akışı değişecek, dünya tarihinin kaderi bambaşka bir veçheye ve ruha bürünecek: Dağlar zirve olacak, yüce bir ufuk olacak; ırmaklar, dereler, ağaçlar benzersiz bir umut olacak, leziz ve nefis meyveler sunacak insanlığa ve bütün varlığa.
ŞİKÂYET ETMEYİ BIRAK, BİR HİKÂYE İNŞA ETMEYE BAK…
İslâm medeniyetinin en güçlü temsilcisi Osmanlı durduruldu, dünya tarihi durdu; Balkanlar, Kafkaslar kıyıya vurdu; Türk dünyası, Arap dünyası paramparça oldu.
Batılılar, tarih yapmıyor, Asya’nın, Afrika’nın, Latin Amerika’nın tarihini yıkıyorlar, yok ediyorlar sadece, yok ettiler de zaten.
Tarihin yeniden yapılması, Türkiye’nin tarih yapacak ruhuyla donanması, insanlığın yükünü omuzlarında taşıma yükümlülüğüyle yola çıkmasıyla, Türkiye’nin hakikatle kuşanarak yeniden ve daha güçlü bir şekilde hakikat medeniyeti yolculuğuna soyunabilmesiyle mümkün…
Çin, kapitalistleşiyor, uyutuluyor ve yutulacak, tıpkı Japonya gibi.
Latin Amerika tarih oldu.
Afrika yok oldu.
Asya yoruldu.
Dünyaya yeniden ruh verecek, Asya’yı da, Afrika’yı da, Latin Amerika’yı da harekete geçirecek uzun soluklu medeniyet yolculuğunu biz sunabiliriz yeniden.
Bilkuvve bu imkâna, tarihî derinliğe, hayat memat çilesine, kültürel özgüvene biz sahibiz. Ama bilkuvve yani ruhen sadece.
Ama bilfiil hazır değiliz şu ân.
Hazırlanmalıyız ama.
Şikayet etmek yerine, muazzez, leziz hikâyeler inşa ederek…
Eğitimde, kültürde, sanatta, fikir hayatında derin nefes alıp “uzun yola çıkmaya hüküm giyerek”…
YENİ ŞAFAK GAZETESİ 20 EYLÜL 2021 TARİHLİ YAZISININ İKTİBASIDIR.
Büyük Sivas Haber