Aydın Deliktaş’ın “Koro” isimli köşe yazısı;
“Koro”
90´lı yılların başıydı. Benim gazetecilikte en acar günlerim. Kültür Bakanlığı´nın bazı illerde Devlet Türk Halk Müziği Korosu kuracağı haberini alınca, peş peşe haberler yorumlar yazmaya başladık.
Sivas türkünün, halk müziği kültürünün göbeği. Hatta anası. Koronun yakışacağı birkaç il varsa onların en başında gelecek yer burası. Aşık Veysel´leri, Vehbi Cem Aşkun´ları, Muzaffer Sarısözen´leri ve o kültüre ölçüsüz katkılarda bulunmuş daha nicelerini çıkarmış bir ilde devlet korosu olmaz da nerde olur?
Şartlar, imkânlar ve siyasi zemin uygundu, Türkiye genelinde üç korodan biri Sivas´ta kuruldu. 1991 yılında, kulakları çınlasın kurucu şef Celal Vural´ın hazırladığı repertuarla ihtişamlı bir konser verdi. Tam 40 kişi… Tek bir sesten, inanılmaz bir disiplin içerisinde, müzikalitesi en üst seviyede ilk konserle Sivas´lılara unutamayacakları bir gece yaşattı.
Enstrümantal olarak seslendirilen Deli Derviş, rahmetli babamın en sevdiği türkülerden El vurup yareni incitme tabip, Ben kendimi gülün dibinde buldum, Anam ağlar başucumda oturur ve Yaylalar yüce yaylalar parçaları hâlâ kulaklarımdadır, o günkü ihtişam gözlerimin önünden gitmez.
Celal Vural görevini tamamlayıp şefliği Uğur Kaya´ya teslim etti. Gittikçe artan bir ilgiyle koronun konserleri adeta salonlara sığmadı. Tabiri caizse dinleyenin tadı damağında kaldı. Seçilmiş onca saz ve ses ustasının dilinde türkülerimiz sanki yeniden doğdu, halkın beğenisine sunulan repertuarların içinde yeniden hayat buldu. Uğur Kaya, her konser finalinde yüzünü seyirciye dönüp onları da türküye dahil edince yüzlerce kişi kendini koronun bir elemanı gibi hissetti.
Ayakta hem de dakikalarca alkışlanmayan konserlerine şahit olmadım. Birkaç saat süren konserler hazırlanan repertuarlarla öylesine şahane bir hâl almıştı ki, dinleyene birkaç dakika gibi geliyordu. Koro, her konserini sıkmadan, yormadan hiç bitmesini istemediğiniz bir geceye dönüştürüyordu.
Birden koroda yaprak dökümleri başladı. Siyasi otorite değiştikçe “adamını bulan” büyük şehirlere kaçmanın yollarını aradı. İstanbul, Ankara ve İzmir´de de korolar kurulunca bu yaprak dökümü hızlandı.
Koromuz gözlerimizin önünde erimeye devam ederken, kimse dönüp bu işin çözümü nedir, nerededir diye bakmadı. Şimdi koca salonlara sığmayan koronun tek tek sayılacak kadar az dinleyicisi, takipçisi var. Allah´tan protokol ön bir iki sırayı dolduruyor da, arkanın boşluğunu hissedilmiyor.
Kurulduğu yıllarda tüm Türkiye´nin konuştuğu koromuzun son yıllarda bırakın manşet olmasını birkaç satırlık haber olduğuna bile pek az rastlıyorum.
Bir konser öncesi bilgi verirlerken not almışım; koromuzun 13 kadrolu 17 misafir sanatçısı var şu an. Müzik otoriteri değilim elbette ama bana olduğu kadar diğer seyircilere de absürt geldiğinden eminim. Türk Halk Müziği Korosu´na monte edilmiş gibi duran kanun, keman, klarnet gibi enstrümanlar koronun klasik yapısını bozmuş durumda. İnce sazlar insana arabesk dinleyeceğiniz izlenimi veriyor sanki.
Seslendirilen türkülerin seçimi ise birkaç konserde bir birbirinin aynısı. Repertuarlarda bile hiçbir yenilik yok. Şef Uğur Kaya´nın, “Bir eser çıkardım arşivden, ilk kez bizim koro seslendirecek” diye heyecanlandığı ve heyecanlandırdığı türkülerin bir tekine bile şahit olmuyorum artık.
17 Aralık´ta bir konseri daha varmış koromuzun. Yine sessiz sakin bir köşeden güzelim türkülerimizi dinlemek için salondaki yerimi alacağım. Eminim bilmem kaç defa dinlediğim türküleri yine aynı korodan acı zulüm dinleyip heyecansız eve döneceğim.
Demem o ki, bir el lazım. Bu kötü gidişe dur diyecek, şimdiki konumundan alıp daha üst seviyelere çıkaracak bir el… Kim olur, nasıl olur bilmiyorum… Bence durum acil ve vahim. Yoksa son türküyü koro için rahmetli Ali Kızıltuğ usta´dan hep beraber söyleyeceğiz:
“Bülbül gitmiş baykuş konmuş gel hele”