Bülent Özçelik’in “Yetmez Mi?” isimli köşe yazısı;
“Yetmez Mi?”
Pirincin içindeki taşların en tehlikelisi, siyah taşlardan değil, beyaz taşlardan olandır. Ya da ona benzer bir şeydi işte.
Siyah gördüğün taşları kaldırıp bir kenara koyarsın da, ya beyaz taşlar?. Onu kim seçip bir kenara koyacak? Diğer beyaz taşlar mı?
Güldürmeyin adamı…
“Toplumsal bir kırgınlık var farkında mısınız ?” demeyeceğim, bu kadar ayan beyan ortada olduğuna ben bile bu kadar şahitlik etmemiştim.
İnsanlar; ekonomiye kırgın, siyasete kırgın, ticarete kırgın, bürokrasiye kırgın,poşete kırgın, danışmana kırgın, liyakatsızca ve şehre inat atamalara kırgın, medyaya kırgın, şehre kırgın, hatta Robinyo´nun gitmesine bile kırgın.Adaletsizliğine kırgın. Kırgın oğlu kırgın!.. Söyleyen de kırgın, söyleten de..
Peki kim kırgın? Esnafı, tüccarı, işadamı, memuru, emeklisi, sporcusu, sanayicisi, engellisi, köylüsü, kentlisi daha da önemlisi siyasetçisi de kırgın.
Var mı saymayı unuttuğum?
Toplum olmanın gerektirdiği, bütün dinamikler, diğer tüm dinamiklere kırgın…
Bir an önce toplumsal barışma gerekiyor, kucaklaşma ve herkesin eteğinde ki taşı dökmesi zamanı, gelip geçmek üzere. Bilakis, toplamak için kimsenin fırsatı ve tekrarı olmayacak.
“İnsanlar neden kırgın?” diye sosyal bir çalışma yapılırsa sonuçları ne olur ki? Benim bu yazımın özetini , Sayın Bahçeli “toplumsal psikoloji bozukluğu”, olarak açıkladı hafta içinde.. Hedef kitlemiz aynı aslında, Sayın Bahçeli ile, sadece kullandığımız terminoloji farklı..
Her ne kadar, iktidar temsilcilerinden aksi yönde bir açıklama gelmiş olsa da, Sayın Bahçeli´nin tespiti yerinde ve doğru idi.
Kırgın olduğumuz için, bizden olana kızıyoruz farkında olmadan. En kolay ulaşabildiğimiz, en rahat kızabileceğimiz, bizim gibi gariban bulduk mu, veryansına başlıyoruz.. Bütün günahları onun boynuna sarıyoruz, hak ettiğinden daha fazla ve daha ağır günahları..
Allah´tan elimizin altında var bir iki gariban da, acımızı onlardan çıkartıyoruz… Bu; kimi zaman “ben” oluyorum, kimi zaman “sen”!.. Sokaktaki berduşa kızıp, evin uşağını fırçalıyoruz.. (Benzetmeyi siz çoğaltın.)
Hiç de adil değil ama, adalete kırgın olduğumuz için, adaletin böyle tecelli ettiğini düşünüyoruz, aynı haksızlığa perde tutarak.
Eleştirenle, hakaret edenleri aynı kefeye koymamızı sağlıyor ve istiyorlar, princin beyaz taşları. Tahammül edemiyoruz ve her tahammülsüzlükte biraz daha eriyip yok oluyoruz. O beyaz taşları sizler de benim kadar bildiğiniz için kırgın değil miyiz?
Küçük manevralarla kurtulamayacağımız bu derin girdaptan, ilahi bir elin uzanarak bizleri kurtarmasını bekliyoruz. Halbuki tek yapılması gereken, fırtınayı dindirmek, dinmesini beklemek önce..Dindirmek için önce bir “Susmak”..
Sadece, dinlemeye ve biraz da anlamaya çalışmak.. Gerisi çorap söküğü gibi gelecek..
Kaç yazı öncesiydi hatırlamıyorum ama, “birbirinden bu kadar kolay nefret edebilen, birbirinden bu kadar kolay ayrılabilen bir toplumun, sağlıklı düşünemeyeceği gerçeği; eninde sonunda bütün dinamikleri vuracaktır.” Demiştim.
Tarih bunların örnekleriyle dolup taşarken, bazılarının hala diretmesini anlamış değilim..
Gazeteci: daha sonra okunduğunda, daha iyi anlaşılacağını düşündüğü mektuplar yazar, sonrasına.. Bendeniz naçizane, asla bir gazeteci olmasam da, toplumsal iletişim ve siyasi iletişim üzerine az buçuk mürekkep yalamış olmanın ve tecrübenin verdiği ilhamla yazıyorum.
Acilen ve ivedilikle toplumsal bir kucaklaşmaya ihtiyacımız var.
Aksi durumda, kucaklaşmak için birbirimize bakmaya yüzümüz olmayacak..
Sağlıcakla kalın..
Bülent Özçelik / Sivas Postası